Dış politika konularında tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’a göre; AB ile yapılan mülteci anlaşması tam bir göz boyamacılık!..
İktidarın övünerek sunduğu mülteci anlaşmasını değerlendiren Şükrü Elekdağ “Ortada bir aldatmaca var” dedi. “Gerçekleri” şöyle özetledi: Sistem, Yunanistan’a sığınan her 4 mülteciden 3’ünü Türkiye’nin, birini ise AB’nin alması şeklinde işliyor. Sistem aynı zamanda, kalitelilerin AB’ye, döküntülerin Türkiye’ye bırakılmasına göre ayarlanmış. Bu bizim mülteci sorunumuzu daha da ağırlaştıracaktır. . .
Sevgili okurlarım,
Başbakan Davutoğlu’nun “çetin bir Kayseri pazarlığı yaptık” diyerek öğündüğü mültecilerle ilgili ön anlaşma, AB vaatleri büyük ölçüde budandıktan ve yeni şartlara bağlandıktan sonra onaylandı. “Ortak Eylem Planı” denilen bu anlaşmanın Türkiye’nin mülteciler konusunda yaşadığı sıkıntıları bırakın hafifletmeyi, daha da ağırlaştırıp, içinden çıkılmaz hale getireceği öne sürülünce, bilge diplomat Şükrü Elekdağ’la bir röportaj yaptım. İlk soru olarak da “1’e karşı 1” formülünün nasıl işleyeceğini sordum.
Şükrü Elekdağ (Ş.E.): AB’nin Türkiye’den mülteci almasına ilişkin bu formül şöyle işleyecek: 20 Mart’tan sonra Türkiye’den kaçıp Yunanistan’a sığınanlardan iltica başvuruları kabul edilmeyenlerin tamamı Türkiye’ye geri gönderilecek. Bunu takiben, Yunanistan’dan iade edilen her Suriyeli mülteci karşılığında Türkiye’den AB’ye bir Suriyeli mülteci yerleştirilecek. Ancak, Türkiye’den AB’ye yerleştirilecek mülteci sayısının bu yıl için 72 bin ile sınırlandırılması, bu rakamın aşılması halinde ise, durumun yeniden değerlendirilmesi öngörülüyor. Bu formülde ilk bakışta fark edilmeyen bir aldatmaca var. Bu da, Türkiye’den Yunanistan’a kaçak giden mültecilerin yarısının Suriyelilerden, diğer yarısının ise, Afganistan, Irak, İran ve diğer Asya ülkelerinden gelenlerden oluşmasından kaynaklanıyor. Bu durumda “1’e karşı 1” denilen formül gerçekte şöyle işleyecek: Türkiye’nin, Yunanistan’dan alacağı örneğin 100 mültecinin yarısı Suriyeli, yarısı da diğer saydığımız ülkelerden olacak. Türkiye’ye iade edilen 50 Suriyeli karşılığında, AB, sadece Türkiye’deki Suriyeliler arasından seçeceği en kaliteli 25 kişiyi mülteci olarak kabul edecek. Böylece Afganistan, Irak, İran ve Orta Asya ülkelerinden gelenlerin tamamı ise Türkiye’de kalacak.
AVRUPA İSTEDİĞİ MÜLTECİYİ ALACAK İSTEMEDİĞİNİ DE BİZE GÖNDERECEK!..
Uğur Dündar (U.D.): AB neden bunları doğrudan geldikleri ülkelere iade etmiyor da Türkiye’ye sürüyor?
(ŞE): Çünkü, Cenevre Mülteciler Sözleşmesi, mültecilerin sadece “güvenli ülkelere” iadesini zorunlu kılıyor. Onların terk ettikleri ülkeler ise “güvenli ülkeler” değil. Bu nedenle AB, orijin ülkelerine iade edemediği bu mültecilerden Türkiye’ye sınır dışı etmek suretiyle kurtuluyor. Sonuçta bunlar Türkiye’nin elinde kalacak. Görüleceği üzere, “1’e karşı 1” formülü tam bir göz boyamacılık!.. Gerçekte, sistem, Yunanistan’a sığınan her 4 mülteciden 3’ünü Türkiye’nin, birini ise AB’nin alması şeklinde işliyor. Sistem aynı zamanda, kalitelilerin AB’ye, döküntülerin Türkiye’ye bırakılmasına göre ayarlanmış…Yani, bu anlaşma, Türkiye’nin çok ağır olan mülteci sorununu hem daha ağırlaştırıyor, hem de Türkiye’yi bir mülteci kampına dönüştürüyor. Ayrıca, mültecilerin istekleri dışında zorla iadeleri uluslararası hukuka aykırı olduğundan, mülteciler Türkiye’ye gönderilmelerine direndikleri takdirde anlaşmanın uygulanmasını engelleyen ciddi sorunlara yol açacak. Bu nedenle Avrupa’daki insan hakları çevreleri şimdiden bu anlaşmaya “kirli anlaşma“adını taktılar.
(U.D.): AB’nin mali yardım, vize muafiyeti ve müzakerelerde bir faslın açılması vaatlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
ANKARA BÜYÜK BİR HAYAL GÖRÜYOR GERÇEKLER ASLINDA ÇOK FARKLI
(Ş.E.): AB, 2018 sonuna kadar, iki aşamada, yani üçerden 6 milyar Euro tutarında bir kaynak tahsisini öngörüyor. Tabii bu küçümsenecek bir rakam gibi görünmeyebilir. Ancak, Türkiye’deki 3 milyon tavanına yaklaşan Suriyeli nüfusun, toplumsal, siyasal, ekonomik ve – terör saldırılarına açık ülkemizde- çok ciddi güvenlik boyutları olan devasa bir sorunlar yumağı yarattığı ve bu büyük insan kitlesinin Türkiye’ye entegrasyonunun çok ağır maliyetinin olacağı dikkate alınırsa, 6 milyar Euro’nun mütevazı bir meblağ olduğu anlaşılır. Vizelerin kalkmasına gelince; bu konuda esasen AB Komisyonu’ndan, Türkiye’nin 72 kriteri yerine getirmesi şartıyla -ki, bunların arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tanınması da var- vizelerin bu yılın ekim ayında kaldırılacağı hususunda söz alınmıştı. Şimdi, şartların aynı kalması kaydıyla vize muafiyeti hazirana çekiliyor. Diyelim ki, 72 şartı yerine getirdik… İş burada bitmiyor. Bir de, vize muafiyeti kararının, Avrupa Parlamentosu ile AB Konseyi tarafından onaylanması gerekiyor ki, bunun garantisi yok. Bu zorluk, ırkçılık denen menfur Avrupa hastalığının nüksetmesinden kaynaklanıyor. Bugün Almanya’da Müslümanlara ve Türklere yönelen nefret duygusu, Nazi döneminde Yahudilere duyulan kadar şiddetli.Komik olan, Ankara’nın böyle bir ortamda, “mali ve bütçesel konular” başlığının açılmasıyla Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin hızlandırılacağına inanması…
(U.D.): Peki, sizce çözüm odaklı ve Türkiye’nin yükünü hafifletici bir anlaşma nasıl olmalıydı?
HÜKÜMETİN BU İMKAN VE FIRSATLARI DEĞERLENDİREMEMESİ AFFEDİLEMEZ
(Ş.E.): Birincisi, Türkiye’nin ihracatını kısıtlayan ve her yıl milyarlarca dolar kaybetmesine yol açan “Türkiye – AB Gümrük Birliği Anlaşması”nın (GBA) adil ve dengeli bir temele oturtulmasıdır. Bu durumda AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Türkiye’ye gümrüksüz ürün satma hakkını otomatik olarak kazanmakta, fakat Türkiye aynı haktan yararlanamamaktadır. Yani Türkiye’nin malları, bu ülkeler pazarlarına gümrüksüz giremiyor. Türkiye’nin söz konusu ülkenin pazarına aynı avantajlarla girebilmesi için bu ülke ile ayrı bir serbest ticaret anlaşması yapması gerekiyor. Lakin, tek taraflı avantajlar elde eden ülke, AB ile müzakerede almış olduğu avantajlar karşılığında Türkiye’ye tavizler verme durumunda kalacağı için Türkiye ile bunu yapmaktan kaçınıyor. Mevzuatın AB’nin yapacağı serbest ticaret anlaşması müzakerelerine Türkiye’nin de resmi taraf olarak oturmasını sağlayacak şekilde değiştirilmesi acilen sağlanmalıdır. Ortak Bildiri’de bu konuda yer alan temenni mahiyetindeki ifadeler yetersizdir. İkincisi, Türkiye AB’ye katılırken ihracatında patlama bekledi ama hep açık verdi. Gümrük Birliği Anlaşması’nın uygulandığı son 20 yılda verilen açıkların toplamı 250 milyar doları buluyor. AB’nin rekabet açısından güçlü olduğu sanayi ürünlerinin çoğunu kapsayan ticaret düzenlemesi, çok büyük bir haksızlık! Bu düzenleme, Türkiye’nin rekabet gücüne sahip olduğu “tarım” ve “hizmet” sektörlerini de kapsayacak şekilde genişletilerek, denge ve adalet sağlanmalıydı. Bence, hükümetin bu imkân ve fırsatları değerlendirememesi affedilmez bir hata olmuştur.
Bu anlaşmayla Avrupa Birliği kıyamet gününden kurtuldu
(U.D.): Ayrıca bunlar baş ağrısının aspirinle tedavisi gibi yüzeysel çözümler. Suriye’de savaş sürdükçe mülteci sorunumuzun daha da vahamet kazanacağı ortada!..
(Ş.E.): Çok doğru… Bu bakımdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göç dalgasının sınırımıza erişmeden durdurulması ve burada tesis edilecek bir güvenli bölgede iskân edilmesi projesi gayet isabetlidir. Burada karşımıza dikilen sorun, Rusya’nın vetosuna rağmen güvenli bölge için Birleşmiş Milletler’den (BM) meşruiyet kararının nasıl çıkarılacağıdır. Ancak BM’nin 1950 yılında aldığı “Barış için Birleşme” kararı, Güvenlik Konseyi’nin, bir daimi üyesinin veto kararı nedeniyle görevini yerine getirmediği durumlarda, Genel Kurul’un devreye girerek uluslararası barış ve güvenliğe dair kararlar almasını öngörüyor. Genel Kurul’un oy çoğunluğuyla aldığı karar uygulamada operasyona meşruiyet sağlıyor. Bunun için BM Genel Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırmak gerekli. Bu konudaki prosedürü 18 Şubat 2016’daki söyleşimizde izah ettiğimden detaylara girmiyorum. Başbakan Davutoğlu, Brüksel’de AB’yi tam bir çaresizlik ve umutsuzluk içinde buldu. Türkiye ile anlaşma yapılamadığı takdirde Shengen sistemi çökecekti. Bu da AB için kıyamet günüydü. Hükümet elindeki bu muazzam siyasi kaldıracı kullanarak söz konusu “sığınmacıların güvenli bölgede iskânı” projesini AB desteğiyle gerçekleştirmeyi hedeflemeliydi.
(U.D.): Yani, Brüksel müzakerelerinde izlenen stratejinin yanlış olduğunu vurguluyorsunuz.
(Ş.E.): Evet, öyle. Taleplerimiz, vize muafiyeti ve ek fasılların açılması yerine, Gümrük Birliği Anlaşması’nın ülkemize büyük zararlar veren sakat mekanizmasının acilen düzeltilmesi üzerinde yoğunlaşmalıydı. “Sığınmacıların güvenli bölgede iskânı” projesine gelince; AB bunun kendileri için hayati önemde olduğuna ikna edilmeliydi. Zira göç tsunamisinin Avrupa’yı vurmasını engelleyen duvarın Türkiye olduğunu bizzat kendileri söylüyorlar.
sozcu