anadoluverumelimedya.com

Yoğun Yoğun Baktım Ben

Nevra Ölçer

Reklam alanı

Bir kaç yıl önceydi. En iyi anlaştığım, çocukluk arkadaşım, kuzinim Nilgün’ün hastaneye kaldırıldığını öğrendim. Yoğun bakımdaymış. Yanına gittim, elini tuttum, “biraz gayret, iyileşeceksin” dedim, elimi hafifçe sıktı, ama kurtaramadılar.

O zaman gittiğim bu özel hastanenin yoğun bakımını sorgulamak aklıma gelmedi, karanlık bir depo içinde gibiydik. Kuzinimin durumu ağırlaştığı için ziyaret izni verilmişti zannediyorum.

Ve geldik bugüne. Annem sol kolunda ağrı hissetti, yakındaki bir hastanenin acil servisine gittik. Burada yapılan tetkik sonrası kardiyoloji olan bir hastaneye ambülansla gitmemiz gerektiği söylendi. Ambülans devreye girince merkez hangi hastaneye gidileceğine karar veriyormuş, bir devlet hastanesine yönlendirildik.

Orada acilde 5 saat bekledik, kardiyoloji yoğun bakımda yatak hazırlanıyormuş. Zor bir 5 saatti. Sonra yoğun bakıma çıktık. Saat sabahın 4’üydü. Ortalık karanlıktı. Bir yoğun bakım yatağı karanlıklar içinde karşımızda duruyordu. Yataktan sadece kapı ve yanındaki cam ara duvar görünüyordu. Ses yoktu. Kimse de yoktu. Annemi o yatağa yatırdılar. Ve refakatçi alınmayacağı da söylendi. O korktu. Hatta çok korktu. Bizi dışarı çıkardılar. Aklım ve gönlüm içeride kaldı, annemi karanlık bir dehlizde yatağa kablolarla bağlı bir şekilde bırakmıştık.

Bir süre sonra bu durumda olması beklenmesi gereken şey oldu, ve annem panik içinde ortalığı ayağa kaldırmış.

Eğer özellikle de kalp sıkıntısı olan birine bu zulüm yaşatılıyorsa, bu şartlarda o nasıl iyileşebilir, değerleri nasıl standart ölçüye gerileyebilir?

Hastane yönetimi bu “sorunlu” hastaya anlayışlı davrandı, onu servis bölümüne geçirdiler, yanına refakatçi izni verdiler.

İyi bir hastaneydi, iyi çalışan doktorlar vardı, iyi bir şekilde tıbbi bakım sağlandı. Sağ olsun hepsi.

Aradan bir gün geçti. Annem iki yataklı odada tek kişi olarak kalıyordu. Hastanede kalmak hiç hoşuna gitmiyordu, sürekli “eve dönelim” diyordu. Bol bol konuşarak, ikna ederek bu süreci geçirmeye çalışıyorduk. Akşam oldu. Uykusu vardı ama uyuyamıyordu. Sonunda onu sakinleştirerek, rahatlatıcı düşüncelere sevk ederek nihayet uyumasını sağlamıştım ki, bir anda kapı sonuna kadar açıldı, bütün ışıklar yakıldı. Kapıda haşmetli bir hademe duruyordu. “Başka hasta gelecek” dedi.

Kendimi bir anda gece seferi yapan şehirlerarası bir otobüste zannettim. Orada da bir anda ışıklar yanıyor ve şoför ” yarım saat ihtiyaç molası” deyip herkesi uyandırıyordu. Ama orada amaç hakikaten herkesi uyandırmaktı, burada neydi?

Kapı ve ışıklar açık kalmaya devam etti. Annem uykusundan sıçradı, şok geçirdi. Yani kalp sıkıntısı dolayısıyla o hastanede bulunan anneme iyi bir tıbbi bakım sağlanması başka koruyucu bir önlem gerekmediğini düşündürtmüştü oradakilere anlaşılan.

Yan yatağa Alzheimerli bir hasta geldi. İki saatte bir bağırarak annemi her seferinde yerinden sıçrattı. Sabah olduğunda annem ne uyuyordu, ne de uyanıktı. Bir yarı baygın hale gelmişti. Değerleri de tekrar yükselmeye başlamış. Çok şaşırdı doktorlar, tam da iyileşirken bu değerler niye yükseliyor diye.

Bu durumun bir yan etkisi daha oldu, annemi ziyarete gelen bir yakınının da annemi bu halde görünce çarpıntısı tuttu.

Yoğun bakımdan alınıp tedavi edilen kişi tekrar yoğun bakımlık duruma getiriliyorsa, bu döngü sonsuza kadar devam eder. Ve bu devlete ekstra masraf olarak geri döner ve hayatları da söndürür.

Biz bu durumda mecburen özel tedavi seçeneğine yönelmek ve evde özel bir sistem kurmak durumunda kaldık.

Annem eğer yoğun bakımda kalsaydı kimse bağırıp ya da ışıklar açıp onu uyandırmayacaktı belki, ama ruh sağlığı da sıfırlanacaktı.

Yani dönüp dolaşıp yine yoğun bakıma geldik.

Ve arada çeşitli kişilerle konuşunca şunu da duymaya başladım: “Evet, bu sık oluyor, epey kişi psikolojik çöküyor”..

İnsan bir hastaneye gittiğinde hem ruh, hem beden sağlığının korunması gerekir. Bir kalp uzmanı işini yapıp doğru ilaçları ve yöntemi belirleyebilir. Ama bu kadar tedavinin yerini bulması kapıda beliren haşmetli hademelerin ve karanlık dehlizlerden oluşan yoğun bakımların sorgulanmasını da beraberinde getirmeli.

Bunu dile getirdiğim başhekim öfkeliydi. “Teşekkür etmek istiyorsunuz herhalde, başka söyleyecek bir şeyiniz olamaz” dedi ve gitti.

Teşekkür ettim, ama benim başka söyleyecek şeylerim var:

Yoğun bakım niye karanlık bir dehliz olmak zorunda? Hasta gözünü açtığında kendini bir denizaltının içinde gibi mi hissetmeli, yoksa mesela, tabiat görüntüsü olan duvar kağıtlarına mı bakmalı? (herkes denizaltı personeli olamıyor, bunu için özel dayanıklılık testinden geçiliyor)

Niye refakatçi izni verilmiyor?

Niye bir televizyon yok?

Orada yatan aklı başında bir hastaysa, üstelik belirli bir yaşı da varsa, 24 saat hiç bir şey yapamadan, tavana mı bakmalı?

Bunun getirdiği psikolojik yük incelenmiş midir?

Bu şikayetleri dile getirdiğim bir doktor “evet, sizi anlıyorum, ama sistem böyle” dedi.

Sistem böyle olmasın diyorum.

Bilmiyorum ama, şiddetle inanıyorum ki, medeni ülkelerde durum böyle değildir.

O başarılı, çalışkan doktorlara ve emeklerine bu şekilde yazık olması, çok yazık.

 

 

 

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.