Dr. Orhan Koloğlu / Tarihçi, Yazar
TANZİMAT’IN ROLÜ
Bastırılmış kamuoyu tipine örnek gösterilebilecek olan Osmanlı toplumu da, İslami yapıya dayanan tekci niteliği ağır basmakla birlikte, temelde çoğulculuğu taşıyordu. Bu her zaman açıklama olanağını bulamasa da, zaman zaman patlamalara sebep olmaktan geri kalmamıştır.
Osmanlıda eksik olan, 15. yüzyılda Rönesans’la başlayan ve arkasından Reform’la gelişen kamuoyu kavramının oluşma sürecinin, ancak dörtyüz yıl sonra Tanzimat’la başlamış olmasıdır. Nasıl ki Avrupa Rönesans’tan sonra ancak 300 yıllık bir evrim sonucu dinamik kamuoyu evresine gelebilmiş ve her bireyin toplumdaki rolü kabul edilmişse, bizim de l839’dan sonra belli bir evrim süreci yaşamamız gerekliydi. Tanzimat’ın ilanının ertesi günü bilinçli bir kamuoyunun var olması kuşkusuz beklenemezdi.
“Efkar-ı Amme” deyimiyle kavramı ilk kez ortaya koyan Tanzimat’ın babası, Mustafa Reşit Paşa olmuştur. Paris ve Londra’daki elçilikleri sırasında bu ülkeler politikalarının oluşumunda, Osmanlı yapısında bulunmayan bir öğenin varlığını farketmiş, bunda basının oynadığı rolü anlamış ve Osmanlı çıkarlarının savunulabilmesi için bu kamuoylarını etkileyecek önlemlerin alınması çarelerini ilk arayan olmuştur. Ancak bu çaba özellikle dışarı yönelik olmuştur. Tanzimatçılar, can, mal, ırz güvenliği ve hukuk üstünlüğü gibi ilkeleri topluma getirirlerken asla Fransız Devrimi’nin söz ve düşünce özgürlüğünü ülkeye getirmeyi düşünmemişlerdir. Yani “Reaya’nın yönetime itaati, yönetimin ise adil olması gerektiği” esasına dayalı geleneksel yapıdan vazgeçmemişlerdi. Nitekim Resmi Gazete Takvim-i Vekayi bu konuyu kesin çizgilerle belirtmiştir.
Babıali’’nin olası yan etkilerini akıl edemeden yayına soktuğu Resmi Gazete gerçekte kamuoyu oluşturmayı (yani değişik fikirleri yansıtan bir forum olmayı) değil, yönetimin görüşünü (yani tekciliği) pekiştirmeyi amaçlıyordu. Daha sonra, yüzyılın son çeyreğinde bütün illerde Türkçeyle birlikle yerel dilleri de kullanarak oluşturulan “Vilayet Gazeteleri” ağı da yine, geleneksel yapının tekci niteliğini sürdürmenin araçları olarak düşünülmüşlerdi.
Tanzimat’ın toplumu gazete ile bilgi sahibi etmek yönündeki çok olumlu girişiminin çelişkisi, çözümüne ancak Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasıyla ulaşılabilen bir yapısal sorundan kaynaklanıyordu. Türkçe yayınlarda çoğulcu olmak, isteklerin değişik gerekçelerle savunulması hakkı reddedilirken, diğer dillerde (Fransızca, Rumca, Ermenice vb…) buna izin veriliyordu. l860’da yayınlandığında, ilk gerçek özel gazetemiz olan Tercüman-i Ahval’in yazarlarının yakınması da bu konudadır: “Herkes istediğini serbestçe söylüyor, sadece Türkler bundan yoksun”.
Osmanlı toplumundaki her cemaat çoğulcu yola girmişken Türk unsuruna bunun tanınmamasının gerekçesi şudur: Türkler İmparatorluğun harcı yerine geçen unsuru aslisi’dir. (bazıları rabıta-i intizam = düzenin bağı deyimini de kullanır). Onlarda tek bir görüşün egemen olması gerekir. Devletin devamını sağlamak. Bunun dışına çıkan her yaklaşım – diğer azınlıkların yaptıkları gibi – çoğulculuğu ve batışı getirir. Şinasi ve Agah Efendilere izin verilirken bu gerekçe özellikle dikkatte tutulmuştur. Mademki bendegandandırlar, demek ki devletin çizgisinden çıkmayacaklardır, o halde izin verilmesinde sakınca yoktur.
Ancak en kontrollü basının da yapısında çoğulcu kışkırtma niteliği vardır. En azından okuyanda, ileri sürülen tezin karşıtını düşünme dürtüsünü yaratır. Ayrıca bu ilk bağımsız gazetecilere katılan, Yeni Osmanlılar adı altında toplanan Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi yazar ve düşünürler de, resmi teze uymaktan kaçınmamakla birlikte onun dışında gerçek anlamda kamuoyu yaratacak girişimlerden de geri kalmamışlardır. Böylece Kapalı Toplum ile Tam Açık Toplum (liberal) arasında bir geçiş yapısı oluşturmuş ve hiç kuşkusuz çoğulculuk hareketine ilk ivmeyi vermişlerdir. Bununla birlikte bu çoğulculuğun iki etki altında şekil aldığı unutulmamalıdır.
Bir yandan Batı ile temasta olan aydınlarımız 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da var olan kamuoyu tanımlamasıyla bağımlıydılar. Önceki bölümde görüldüğü gibi o dönemde kütlede tek bir egemen kamuoyu bulunduğu fikri çok yaygındı. Hem de o dönem Avrupa basınının da (örneğin bizi çok etkileyen III. Napolyon Fransa’sında olduğu gibi) çok özgür olduğunu söylemek olanaksızdır. Sansürün egemen olduğu ülkeler sayısı, sansürsüzlerden daha fazlaydı.
Yeni Osmanlıların çoğulculuğunu sınırlayan ikinci etmen ise, Tanzimat’ın savunduğu tekci tezdir ki, Avrupayla da uyum gösteriyordu. Bu sebeptendir Mustafa Reşit Paşa’nın “Efkarı Amme” deyimi yerine Şinasi’nin getirdiği “Efkarı Umumiye” deyimi son derece tutunmuş ve yakın zamana kadar kullanılmıştır. “Umumun, bütün halkın düşüncesi” anlamını taşıyan deyim, doğal olarak tek bir düşüncenin egemenliğini belirliyordu.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 1992-1993
görsel: istanbul.net.tr