anadoluverumelimedya.com

Prof. Dr. Ayhan Çıkın: “TARIM EKONOMİNİN ALT YAPISIDIR”

RenkliKalem Medya Grubu Muhabiri Ceyda ADAR’ın “Muğla’daTarım & Gıda Dergisi”[1] adına Prof. Dr. Ayhan ÇIKIN ile yaptığı röportaj

Reklam alanı

* Ekonominin ana sektörlerinden birisinin tarım olduğunu söyleyen Prof. Ayhan Çıkın’a göre insan gücü, bilgi teknolojileri ve altyapı olmadığı takdirde rekabette her zaman geri kalınır.

Tarım ekonomisi alanında önemli çalışmalara imza atan Muğla Üniversitesi Milas Sıtkı Koçman Yüksekokulu Öğretim Üyesi Prof. Ayhan Çıkın, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye ekonomisinde önemli bir yere sahip olan tarım sektöründe özellikle 80’li yıllardan itibaren uygulanan yanlış tarım politikaları ile sıkıntılar yaşandığı görüşünde. Tarımın her şeyden önce ekonominin altyapısı olduğunu söyleyen Ayhan Çıkın, “Ekonomide tarımı sağlıklı bir yapıya kavuşturamadığınız zaman diğer sektörleri de onun üzerine oturtamazsınız.” diyor. Doğal zenginlik ve avantajlar olsa da sektörü iyi yönlendirecek yetişmiş insan gücü, bilgi teknolojileri ve altyapı olmadığı takdirde rekabette geride kalınacağına vurgu yapan Çıkın, pazarlama konusunda da organizasyon ve örgütlenmedeki eksikliklere dikkat çekiyor. Dış ülkelerde daha ilkokuldan başlanarak ders olarak işlenen kooperatiflerin sektördeki önemine de dikkat çeken Çıkın’a göre “Türkiye tarımsız, tarım kooperatifsiz kalkınmaz.”

“Ekonomide tarımı sağlıklı bir yapıyı kavuşturamadığınız zaman diğer sektörleri de onun üzerine oturtamazsınız.”

Tarım ürünlerinin üretiminde karşılaşılan başlıca sorunlar neler?

Tarım her şeyden önce ekonominin altyapısıdır. Nasıl bir binanın alt yapısı sağlıklı değilse onun çatısını iyi kuramazsanız, ekonomide de tarımı sağlıklı bir yapıyı kavuşturamadığınız zaman diğer sektörleri de onun üzerine oturtamazsınız. Çünkü tarım ve madencilik sektörleri ekonominin iki ana sektörüdür. Ekonomide bu sektörlerin adı birincil sektör olarak geçer. Diğer sektörler, bunların üretiminin ve işlenmesi üzerine oturtulur. Bu sektörlerde sağlıksız bir gelişme olmaya başladığı zaman diğer sektörlerin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi mümkün değildir. Bir takım paleti düşünün örneğin. Tarım ve madencilik, bir ön palettir. Bu palet, kırılmaya, dağılmaya başladığı zaman ekonominin diğer sektörlerinde de dağılma başlar. Ekonomiye her zaman bir bütün olarak bakmak lazım. O bakış açısıyla baktığınızda, ekonomide tüm sektörler birbirini destekler şekilde giderse başarıya ulaşırsınız. Türkiye’nin en önemli sıkıntılarından birisi bu içeriğin dağılmış olmasıdır.

Tarımdaki en büyük sıkıntı ne?

Tarımda iki önemli durumu belirtmek lazım: Bunlardan birisi stratejik olarak beslenme. Yani insanların gıda isteklerini ön planda tutup, bunun sürekliliğini sağlayabilmeniz lazım. İkincisi de istihdamda önemli stratejik olan ürünlerin tüketimini sağlayabilmeniz lazım. Oysa hemen hemen çeyrek yüzyıldır bu iki öğede de sıkıntı yaşanıyor. Örneğin, Milas ve çevresi tütün bölgesidir. Milas Ovası, Dalaman Ovası, Fethiye Ovası da pamuk bölgesidir. Oysa bu iki ürün de hem tarım hem işleme (imalat) sektöründe işgücü istihdam eden ürünlerdir. Ne yazık ki izlenen politikalarla bu ürünler neredeyse kayboldu. Burada pamuğun ve tütünün kaybolması büyük ölçüde hem tarım kesimindeki istihdam hem de bu ürünlerin özellikle sanayi ve pazarlama süreçlerinin yarattığı katma değerle, yarattıkları yeni istihdamlarla ilgili.

Uluslararası rekabet açısından Türkiye’nin durumu nasıl?

Ekonomide hiçbir şey tesadüfe bağlı değildir. Doğal zenginliğiniz, avantajlarınız olabilir. Ancak sektörü iyi yönlendirecek yetişmiş insan gücü, bilgi teknolojileri ve altyapınız yoksa rekabette geride kalırsınız. Türkiye’de yaşanan en büyük sıkıntı, gerekli tedbirleri zamanında alamamış olmasıdır. Toprak reformu yapamadığı için son derece küçük, bilgi düzeyi düşük, teknolojisi ve üretim düzeyi zayıf bir yapıyla rekabete çıktı.

Ürünlerin pazarlanması konusunda yaşanan sıkıntılar neler?

Tarım ürünleri genellikle ya doğrudan ya da belli koşullarda işlenerek tüketiliyor. Paketlemesinden, ambalajından tutun da yeni ürünlere dönüşmesine kadar tarımın sanayiye entegre olma sürecini geçmek ve bunu pazarla bütünleştirmek zorundasınız. Buradaki birinci sorun, üretici kesimin işletmelerinin küçük olması ve küçük bahçelerden toplanan 300-500 kiloluk ürünleri çok uzak pazarlara götürmek. Uzak pazarlara gidebilecek organizasyon eksik. İkincisi, bu ürünleri işleyip, yeni katma değerler yaratarak yine uzak pazarlara götürmek. Üçüncüsü de, özellikle nihai tüketicinin bu mallara ödediği fiyat ile üreticinin eline geçen fiyatlar arasında çok büyük farklar olması. Bu farkı üretici lehine çevirmeniz için yeterli organizasyonunuz ve örgütlenmeniz yok. Böyle olunca küçük işletmelerin mahalli pazarlarda ürünlerini değerlendirme gibi bir sorunla karşılaşılıyor. Tarımda şunu göz ardı etmemek lazım: 70’lerden bu yana biz Dünya Bankası’ndan kredi alarak süt üreticiliği yaparız. Ne kadar süt hayvanı, damızlık hayvanlar getirdik, aradan 3-5 yıl geçti, hepsi kasap önlerinde. En azından benim bildiğim böyle 4-5 tane deneme vardır. İnsan bir düşer, iki düşer ama niçin düşüyorum diye bakması lazım. Ne yazık ki bu politikalarla biz buna bakamadık galiba. 70’lerde Dünya Bankası’ndan büyük bir kredi aldık ve dağıttık insanlara. Ama şunu yapamadık: O süt nerede işlenecek? Nasıl pazarlanacak? Nihai tüketiciye kadar gidecek yol yok. Ondan sonrasını planlamamışsınız. Böyle olunca sütler döküldü, inekler satıldı, kesildi. Bir hesap ettim kabaca Türkiye düzeyinde, korku verici bir sonuç çıkıyor ortaya. Türkiye bunu sık sık yaşıyor.

“Türkiye tarımsız, tarım kooperatifsiz kalkınmaz.”

Neler yapmak lazım bu noktada?

Tarımda üretimin nihai tüketicilere geçişlerini organize etmedik. Onu pazardaki insanlara bıraktık. Burada insanları bilgilendiren bir şeyler yapmak lazım. Gelişmiş ülkeleri incelediğinizde üretim, pazarlama ve sanayi nihai üreticiye kadar gidecek bir organizasyon şeması içindedir büyük ölçüde. Bunu gerçekleştirecek firmalar da olabilir, özel sektör ya da devlet sektörü de… Önemli olan o işlemleri bir yere getirebilecek şekilde üretimle tüketici arasındaki bağı sürekli kılabilecek ticari ve sanayi örgütlenmeyi sağlayabilmek, bunu yönlendirebilmek. Bütün üreticilere ulaşıp üretim teknikleri hakkında bilgi vermek lazım. Üretim için de sürekli finansal destek, girdi desteği sağlanması lazım. Tarım Kredi Kooperatifleri daha aktif olarak devreye sokulmalı. 1937’de Ziraat Bankası’nın tarım bankası haline dönüştürülmesiyle Anadolu’nun her tarafına finans sistemi kuruldu ve bir ölçüde finans desteği sağlandı. Böylece teknik girdi, teknik bilgi ve üretim Anadolu’ya yayılmaya başladı ve Türkiye 1980’lere kadar dünyanın örnek üretici ülkelerinden biri haline geldi. Ancak bunların pazarla bütünleşmesi lazım. Bunun için de o ürünleri toplayabilecek kurumlar kurmak lazım. Ne yaptık biz 80’lerden sonra? Bunların yerine hiçbir şey kurmadık. Hepsini sanki sıradan mal satarmış gibi sattık, özelleştirdik. Ve şu anda tarım ile nihai pazar arasındaki bağları yok çiftçilerin. Koptu. Ziraat Bankası 1983’te tamamen ticari banka haline getirildi. Bütün bunların sonunda elbette tarımı ayakta tutmak kolay değil.

Kooperatiflerin tarım sektöründeki önemi nedir?

Gelişmiş ülkelere baktığımızda tarım kooperatifsiz olamaz. Benim şöyle bir sözüm var: “Türkiye tarımsız, tarım kooperatifsiz kalkınmaz.” Dünyada iki önemli işletme türü vardır. Bunlardan birisi sürekli sermayeye- özellikle likit sermayeye- , kar arayan bir işletme türüdür. İkincisi de adamın elinde likit sermayesi yoktur ama emeği ve bilgisi vardır, tarlası, ahırı,vb.. vardır, bunu ürüne çevirmiştir, bu ürünü pazarlayacaktır. Kısacası karla geliri karıştırmayalım. Örneğin küçük bir çiftlik sahibi, elindeki küçük sermaye ile bir traktör almıştır. Üretim faktörü olarak toprağı vardır. Kendi emeği ile ailesinin emeğini birleştirir, süte dönüştürür, sebzeye, bala dönüştürür, onu satar. Bu satma sürecinde elindeki imkanlar kısıtlı olduğu için nihai pazarlara ulaşamaz. Bunu yansıtabilmesi için kendisine uygun bir şirket kurması lazım. Bu iyi bir şekilde topluma anlatılamadı. Kısacası tarım ekonomisi araştırmalarını finanse edecek kurum yok Türkiye’de. Böyle olunca da bunları araştıramıyorsunuz, bunların sorunlarını dile getirseniz de çözümsüz kalıyor. Hükümetlerin bu konuda kooperatifleri bir ekonomik araç olarak kullanma gibi bir kaygısı olmadı. Böyle olunca 50’lerden, 70’lerden bu yana kooperatifçilik komünizm aracıymış gibi aktarılmaya çalışıldı. Bakın Amerika’da şu anda 1 milyar dolar üzerinde ciro yapan, dünyanın en büyük 62 kooperatifi var. 2008’de Uluslararası Kooperatifler Birliği 1 milyar dolar üzerinde ciro yapan kooperatifleri konu eden bir araştırma yapmış. 300 tane kooperatif kurulmuş böyle. Bu 300 kooperatifin yıllık cirosu, İspanya milli gelirine (dünyanın 10. Büyük ekonomisine) eşit. Az gelişmiş ülkelerde bile bu sistem var ama Türkiye’de böyle bir şey yok daha. Biz kooperatifçiliği yeterince halkımıza anlatamadık. Bunu anlatmak için projeler geliştiremedik. Kooperatifçilik çok önemli bir harekettir aslında. Dünya nüfusunun hemen hemen yarısına hitap etmektedir ve dünyada 100 milyondan fazla işçi istihdam etmektedir.Bu istihdam, dünya ticaretinin üçte ikisini (2/3’ünü) elinde bulunduran çokuluslu şirketlerden yüzde 20 daha fazladır. Nüfusa baktığınızda, dünya nüfusunun yarısı en azından kooperatiflerden şu veya bu şekilde faydalanmaktadır. Türkiye’de kooperatif sayısı çok, 90 binlere yaklaşmış durumda ; üye sayısı da 8,5 milyon civarında. Tarım kooperatiflerine üye sayısı da 4,7 milyondan kişi civarında . Ama bunlar pazar düzeyinde etkili bir çalışma yapamamaktalar; çünkü kooperatif konusunda bilinçli değiller. Kooperatifçilik, bilinçlenmeyi öncelikli kılıyor. Biz 1930’larda Atatürk Dönemi zamanında kooperatifleri kurduk, ama o günkü acil ihtiyaçlar doğrultusunda kurduk. Devletin de katkısı ile tarımı bir yerlere getirdik; ama insanı yetiştirecek bir tedbir almadık. Okullarımızda kooperatif dersi yok. Fransa’da örneğin 55 bin ilöğretim okulunda kooperatifçilik dersi ve uygulamaları vardır. İlköğretimden itibaren çocuk kooperatif bilincini alıyor.

Ayrıca Türkiye’de şöyle bir sıkıntı var. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi çok fazla. Kayıt dışının çok fazla olduğu yerde kooperatifler yaşayamaz. Rekabetçi ekonomide, rekabetin belkemiğini kooperatifler oluşturur.

Tarım ve turizm birleşmeli

Bodrum gibi turizmin geliştiği bölgelerde tarım alanları hızla yok oluyor. Bu noktada turizmin tarıma etkilerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında turizm makro yerleşim planı yapılması lazım. Taşımacılığın, iletişimin bu kadar geliştiği bir ortamda, bu güzelim tarım arazileri yok olmadan önlemler alınmalı. İnsanın olduğu her yerde, hele turizmin en büyük desteği gıda ürünleridir. Bodrum’da diyelim ki yazın 1 milyon (bu nüfusun kış aylarında 100 binin altına düşmediği ileri sürülüyor) civarında insan var. Buradaki gıda maddelerini Antalya pazarından, İzmir pazarından getiriyorlar. Halbuki burada, bu yörede tarım üretimiyle turizm talebi birleştirilebilse, o birleştirilmeyle birbirini destekleyebilse çok iyi olacak. Çünkü zaten bütün ekonomik sektörler birbirini desteklemek, birbirinden destek almak zorundadır. Gerek hammadde, gerek talep, gerekse hizmete sunma açısından birbirini tamamlamak durumundadır. Hiç olmazsa yeni turistik alanları mümkün olduğu kadar kaliteli, verimli topraklar üzerine değil, biraz daha yamaç ve kıraç yerlere doğru çekilmesi, alt yapının ona göre düzenlenmesi gerekiyor. Siz hazır toprağınızı taşa, betona dönüştürürseniz, onu kazanamazsınız geriye. Ne kadar teknoloji gelişse de hala tarım, gıda maddeleri üretimi toprağa bağlı, havaya bağlı, iklime bağlı. Biz Akdeniz ikliminden en iyi şekilde yararlanmalıyız.

karasaban

görsel: koruma.com

About armadmin 9321 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.