anadoluverumelimedya.com

Dünya Tarihi Yeniden Yazılacaktır

Nöger Kam

Reklam alanı

TÜRK AKADEMİSYEN BİLİM ADAMLARININ ARAŞTIRMALARI VE SONUÇLARI

Dünya Tarihi Yeniden Yazılacaktır.

Taştaki Türkler kitabıyla 2008 yılında Sedat Simavi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü’nü alan Servet Somuncuoğlu, dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek yeni eseri ‘Saymalı Taş Gökyüzü Atları’nı tamamladı.

Uludağ Grup organizasyonuyla gerçekleşen ‘Saymalı Taş Gökyüzü Atları’ kitabının tanıtımının yapıldığı gecede konuşan araştırmacı yazar Servet Somuncuoğlu eserin oluşum sürecinden bahsetti.
2005 yılında tesadüfen gittikleri Saymalı Taş’ın Türk tarihi için bir kırılma, dönüm noktası olduğunu söyleyen Somuncuoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Kırgızistan’da Tanrı Dağları’nın kollarından Aladağlar üzerinde bulunan ‘Saymalı Taş’a 11 bilim adamıyla birlikte gittik ve burada başka birşey var düşüncesiyle 12 ayrı ülkede çalışma imkânı elde ettik. Geçen yıl 20 gün Kanada, Toronto, Ottowa, Montreal bölgesinde çalıştık. Saymalı Taş’ta 10.000 kaya üzerinde yapılmış 100 bin resim var ve biz bunların 6.000 tanesini fotoğrafladık.” Ders kitaplarından gördüğümüz kadarıyla bizim tarihimiz Orhun Anıtları’yla başlar.Oysa ki Orhun Anıtları Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Asla Türk tarihinin önsözü değildir.

Peki 5000 yıl öncesine kadar uzanan zaman dilimlerinde yapılmış resimlerin bugün ne faydası olacaktır?

Bugün dünya milletleri ya da dünya devletleri evrensel kültüre yaptıkları katkı çerçevesinde dünyanın kaynaklarını paylaşıyorlar. Çünkü evrensel kültüre yaptıkları katkıyı çocuklarına aktarıyorlar. Böylece çocukları özgüven içerisinde, hiçbir kompleksin etkisinde olmadan yetişiyorlar.

ANADOLU TÜRK TARİHİ YENİDEN YAZILMAK ZORUMDADIR !..

Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri orada olduğunu ispatladık.Böylece mevcut paradigmayı yıkmış olduk.Maalesef Türk Tarihini Türkler Yazmamıştır.
Saymalı Taş bize neyi öğretti, bizi nereye getirdi?

Eski çağ kültürlerine dair 5 büyük kültür sayılır: Çin, Hint, Mısır, Yunan ve Mezopotamya. Oysa Türk kültürü eskiçağ kültürleri içinde, insanlığın kurduğu ilk kültürler arasında çok özel ve önemli bir yere sahiptir. Bugün batıdan baktığımız zaman çoban, atlı, göçebe Türkler olarak tanımlanan Türkler coğrafik olarak hemen yanına Çin, altında Hint, Mısır’a rağmen, Mezopotamya ve Yunan kültürlerine rağmen kültürlerinden ödün vermemiştir. Biz hâlâ Türkçe konuşuyoruz. Bu kültürün basit bir şey olması mümkün değildir. Bu cevapları bize insanlığın ilk mabetlerinden, Gök tanrı dininin mabetlerinden biri olan Saymalı Taş verdi. Bu kitap yaklaşık 5 yıl süren bir çalışma sonucu ortaya çıkmıştı. Buradaki resimler içinde 100 bin resimden 6 bin kadarını fotoğraflamıştık. 6 bin kadar fotoğrafı defalarca analiz ederek tamamıyla nesnel bir kurguyla, hiçbir şekilde duygusallığa ve hamasete kaçmadan kitap haline getirdik. Türkler kendine ait alfabesi olan entelektüel milletlerden biridir. Dünya evrensel kültürüne, insanlık kültürüne olağanüstü katkıları vardır. Bu sadece Saymalı Taş’la sınırlı değildir.

Karlı Dağlardaki Sır belgeselinin Türk tarihçiliği açısından bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Belgesel yayına girene kadar çok dar bir çerçevede ele alınan kaya resimleri, belgeselin yayınıyla birlikte birçok insanın gündemine girdi. Bunların içinde akademisyenler, üniversite öğrencileri, bürokratlar vardı ama asıl önemlisi bu kategorilerin dışında kalan insanların konuya ilgi duymasıydı. İşte bu ilginin sonucunda “Bizim burada da bu resimlerin benzeri var” diye Anadolu’nun birçok yerinden insan benimle irtibata geçti. Bana gelen bilgiler doğrultusunda hemen hemen her yere ulaşarak resim olduğu iddia edilen alanlara baktım. Uzun ve yorucu bir süreçti. Birçok alanda kayda değer bir şey yoktu ama Ankara Güdül Salihler Köyü’nden Cemil Söylemezoğlu’nun beni götürdüğü alanlardaki kaya resimleri, çarpıcıdan öte, muhteşemdi. Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma ve çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı.

8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve şu ana kadar tespit ettiğimiz 50 civarında yazıta rastladık. Bu ilk olarak şunu gösterir: Anadolu’da Türklerin varlığının tartışılamaz tarihi M.Ö 3000 yılıdır ve belgelenmiştir. İkinci olarak Türk’ler tarihin en eski çağlarından beri Anadolu’ya gelip gitmişler, göçler yatay ve dikey olarak devam etmiştir. Üçüncü olarak da Anadolu Türk tarihi baştan yazılmak zorundadır.

“Damgaların Göçü” belgeseli, Anadolu Türk tarihinde yeni bir çığır açacaktır, işte bu çığırın açılmasına ise danışman kadrosunda yer alan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Doç. Dr. S.Yücel Şenyurt, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu, Öğr. Gör. Atakan Akçay, Arkeolog Yunus Ekim, Tarık Emre belgesele katkıda bulundular, bizzat saha çalışmasına katıldılar.

İnsanlık buzul çağı gibi bir felaket geçirmiştir. Bu dönemde refleks olarak bireysel mülkiyet kavramı ortadan kalkmış, dayanışma hukuku dediğimiz şey başlamıştır. Bu dönemi atlattıktan sonra insanlar birçok imkânla tanışınca mülkleri birbirinden ayırabilmek için damgayı bulunmuştur.
Bununla birlikte bireysel mülkiyet yeniden devreye girmiş ve hukuk başlamıştır. Dinsel törenler başlamıştır. Dinsel törenlerin olmazsaolmazı müziktir, musikidir. Kültürü anlamak için topyekûn düşünülmesi gereklidir. Bu şekilde diğer alanlara da aktarıldığında ortaya muazzam bir uygarlık çıkıyor. Maalesef Türk tarihini Türkler yazmamıştır. Tarih derslerinin Türkoloji bölümlerinde hep yabancı bilim adamlarının çalışmalarından bahsedilir. Bizzat saha çalışmalarıyla tarihi kendimiz yazmamız gerekmektedir.

Ben buna vesile oldum. Bunun gibi her alanda onlarca yüzlerce bilim adamının çalışarak, bulguları tek tek analiz etmesi, ayrıştırması gerekir.

Tarihin hiçbir döneminde Türklük etnik veya genetik olmamıştır. Etnik ve genetik olmadığı için M.Ö 5000 yılında İmparatorluk kurmuştur. Etnik ve genetik çerçevede yaşayan milletlerin tarihlerinde imparatorluk yoktur.

Türklük kültür birliğinden meydana gelmiştir. Bu kültür ihracatı olarak görülmelidir. Göç yolları sayesinde kültürümüz Norveç’e kadar gitmiştir.

Türkçede 500′den fazla eski Çince de kullanılan kelime vardır. Diller kelime alışverişiyle birbirini geliştirir. Dili; din ve ticaret geliştirir: Mensup olunan dinin kültüründen ve ticaret yapılan ülkelerin dilinden gelen kelimelerin alışverişi olur. Bugün İngilizcenin yaygın kullanımının nedeni de budur: Ticaret dili İngilizcedir. Bir dönemlerde dünya ticaret dili Türkçe olmuştur. Dünyanın ilk küreselleşme denemesini de Türkler yapmıştır. Tarihimizin peşine düşersek geleceğimizi kurtarma şansımız hala vardır.

Çalışmaya bizzat katılarak destek veren bilim adamlarımız da bu önemli konuyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Ön Türk kültürü üzerine uzun yıllardır araştırmalar yapan müzikolog ve bilimsel araştırmacı Haluk Tarcan bu çalışmayla ilgili olarak şunları söyledi: ‘TRT Haber’de DAMGALARIN GÖÇÜ başlıklı Türk ve dünya tarih kültürünün yeniden yazılması gereğini bu defa da akademisyenlerimiz tarafından hazırlanan, değeri biçilmez bir belgeselde seyrettik.

Batı 1774′ten beri Türkleri kültür, uygarlık, tarih ve insanlık dışına itmek için geleneksel Türk karşıtı çabalarında adım adım ilerlemektedir. Asya’da, Türk tarihini M.Ö 220′de Hun İmparatorluğu ile başlatıp, Türklerin tarihte geç kaldıklarını kafalara yerleştirmek amaçlı bilinçli propagandalarını sürdürmektedirler. Yine Anadolu’yu, Sevr’e uygun olarak parçalayabilmek için atalarımızın Anadolu’ya ilk defa 1071′de TOKUZ OĞUZLAR’la geldiklerini inatla ileri sürmektedirler. Ve maalesef bu konuda büyük başarı sağlamışlardır.Yurtdışında çalışmalarım Türkiye’de olduğundan da fazla ilgi görüyor. Japonya’dan Almanya’ya kadar tüm ülkelerin bu işlerle uğraşanları tarafından çalışmalarım ve ben yakından takip ediliyoruz. Batılı arkeologların Yunan veya Frig olarak tabir ettiği alanı Türk olarak belirledik. Burayı iyice inceleyebilmek için çalışmalarımı 3 yıl gizledim. Bozkırın kucağında duruyordu bu resimler. Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri orada olduğunu ispatladık. Böylece mevcut paradigmayı yıkmış olduk.

Fakat bizim hukuk fakültelerimizde hâlâ Roma Hukuku ile başlatılır. Oysa damga hukukun ta kendisidir.

Kültür tek bir alanda gelişmez, topyekun gelişir. Kayalar üzerindeki resimler, yazılar, damgalar bize şunu öğretir: M.Ö 5000′de, 10.000′de bunu yapan insanın, bir medeniyet kurgusu, evren anlayışı, dili, dini, ekonomisi ve hukuk sistemi vardır. Fakat bizim hukuk fakültelerimizde hala Roma Hukuku ile başlatılır. Oysa damga hukukun ta kendisidir.

Damgaların felsefesine girildiğinde, bunlar bireysel mülkiyettir. Bireysel mülkiyetle birlikte hak, hukuk ve adalet kavramları başlar.

Bu yapay Türk Tarihi, Batının kendi çıkarlarına uygun olarak yine kendileri tarafından kaleme alınmış ve bizim akademis-yenlerimiz tarafından bilimsel şüpheyle incelenmeden kabul edilmiştir. Dünya tarihi de bu şekilde yazılmıştır. Bu tarihe ilk başkaldıran Atatürk’tür.
1930 yılında 2000′den fazla kitabı incelemiş bir “kurmay subay” kafası ve “mobil zekâsı” ile durum tespiti yapmış; Orta Asya’da bir Anayurt olduğunu ortaya çıkarmış ve bunun tarihinin çok eskilere dayanıyor olması gerektiğine işaret etmiştir. Anadolu’nun en aşağı 5.000- 7.000 yıl öncesinden beri TÜRK YURDU olduğunu ifade etmiştir.

Değeri yavaş yavaş ortaya çıkan ve gelecekte tüm dünyanın minnettar olacağı büyük araştırmacı Kâzım Mirşan bu konuda hayatının büyük bir bölümünü adayarak çok önemli araştırmalar yapmış, batı merkezli çıkarlara uygun hazırlanmış emperyalist tarihe baş kaldırmıştır.

Maalesef Kâzım Mirşan’ın, Türk Tarih Kurumu’na gönderdiği çalışmalarının dikkate alınmamasına sebep olan bazı akademisyenlerimiz sayesinde SEVR şartlarının bir kere daha çöpe atılması engellenmiştir. Bu çalışmalar 1970′lerde dikkate alınmış olsaydı; ortada ne üst kimlik, alt kimlik yutturmaları, ne 48 etnik kışkırtmaları ne de Ermeni-Kürt iddiaları kalacaktı. Anadolu’daki dip kültürün bize ait olduğunun bilinmesiyle, emperyalistlerin “insan hakları”, “demokrasi” oyunlarıyla süsleyerek yutturmaya çalıştıkları propagandalarına kat’i- sağlam yıkılmaz bir set çekebilecektik.

Bugün 1970′den beri, maalesef 40 yıllık bir gecikmeyle de olsa Damgaların Göçü belgeseli ile Sevr’e gerekli olan set bir kere daha çekilmiştir. Şimdi sorun bu “SET” in gerçekleşmesi için çalışmaktır.

Tek bir belgeselle kimliğimize, kültürümüze, tarihimize dönüş ve her şeyin üstünde batı merkezli tarihe başkaldırmış olan akademisyenlerimizi alkışlarla tebrik ediyor, bu yolda yani Atatürk’ün yolunda aynı azim ve şuurla yürümelerini diliyorum. Bu belgesel çalışmaları ile Önce Taştaki Türkler adıyla yayınlanan kitabında sunduğu belgeler için sonra da Çin’den, İzmir’e kadar çekilen bir çizginin altında ve üstünde kalan tüm ülkelerde gereğinde 3.000 metre yükseklikteki tepelerde kar tipisi altında yatmaktan çekinmeyen, atla yürüyerek, uçurumları dolanarak, 4 yıl içinde 150 bin kilometre yol yapan Servet Somuncuoğlu’nun adının, Türk Kültür tarihine altın harflerle yazılması gerektiğine inanıyorum.O yalnız başına bu çok geniş sahaya yayılmış olan atalarımızın bıraktığı, kaya resimleri, damgaları ve yazıları toparlamış ve Batılının bu Ön-Ata eserlerine sahip olma çabalarına engel olmuştur. Ve de, Atatürk’ün ölümünden sonra bir türlü Türk kültürünü ortaya çıkaramamış olan Türk Tarih Kurumu’nun 1938′den beri yapamadığını 4 yıl içinde başarmıştır.

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu tarihinin yeni bir gözle incelenerek, mukayeseli bir bakış açısıyla yeniden ele alınması gerekmektedir. Bu gerekçe Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri ve kurgan adını verdiğimiz mezar yerleridir.

Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri, ilginçtir ki Asya’daki kaya resimleriyle eşdeğerlik ve benzerlik göstermektedir. Keza kurgan türü mezarlıklar bulunmaktadır ve bunlar da Anadolu’nun değişik yerlerinde yaygın olarak mevcuttur.

Bunlardan biri de şu an bulunduğumuz yörede yani Ankara’nın Beypazarı ile Güdül arasındaki dağlarda gördüğümüz kaya resimleridir ve gerçekten de biz tarihçilerin, alışageldiğimiz tarih araştırıcılığından ayrılarak Anadolu tarihini yeni bir gözle değerlendirmemiz ve yeniden yazmamızın gerektiğini ortaya koymaktadır. M.Ö .3000-5000 yılları arasında tarihlenen bu kaya resimleri, o tarihte yaşamış insanların yaşayış biçimlerini, inançlarını ve kendileriyle ilgili bir takım gerçekleri gözler önüne sermektedir.Anadolu tarihinde yeni bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir.

Bu kayalarda insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri yer almaktadır. Zannediyorum ki konun uzmanı bilim adamları bütün bunları değerlendirdiğinde Anadolu tarihinde çok farklı bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir. Ayrıca çok sayıda kurgan olarak nitelendirilen mezar yerleri mevcuttur. Bunların benzer örnekleri Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki kaya resimleriyle kıyaslanabilecek niteliktedir.

Bugün Türkiye’de bir çok bölgede bu türden kaya resimlerinin olmasının ötesinde, Kurgan dediğimiz eski Türk mezar yerleri mevcuttur ve sadece Doğu Anadolu bölgemizde tesbit edilmiş 1000 civarında kurgan bulunmaktadır ki mezarlıklar, o toplumun orada yaşadığının kanıtıdır ve mezarlıklarınızın büyüklüğü ve dağılımı, o alanda nüfusunuzun ölçüsüdür. Dolayısıyla bir Türk mezarı olarak bilinen kurganların Anadolu’daki varlığı ve zamanı, Türklerin Anadolu coğrafyasındaki tarihini ortaya koyacak en önemli unsurlardandır. Bu bakımdan Türk tarihçilerinin bu konuları alışa geldikleri ölçünün dışına çıkarak, Anadolu tarihini yeniden farklı bir biçimde ele almak ve Türk tarihinin 1071′de başladığı tezinden sıyrılıp, yeni araştırmalara imza atmak durumundadırlar. Ancak zengin Anadolu tarihini yeniden yazabilmenin o kadar kolay bir iş olmadığı da bilinmelidir. Bunun için değişik disiplinlerden bilim adamlarının bir araya gelmesi gerekiyor. İşte bu tarihin araştırılmasında en ilgi çekici konulardan bir tanesi de tamgalardır. Çünkü tamgalar Türk tarihinin âdeta yazılı kaynakları olup, kilimlerde, halılarda, kayalarda yer almakta ve toplumun her birinin hangi yörelerde, hangi coğrafyalarda yaşadıklarını ve kültürlerinin devamını gösteren en önemli unsurlardan biri olarak görülmektedir. Damgaların göçü belgeseli zannediyorum ki, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türklerin hangi coğrafyalarda yaşadığını ortaya koyacak ve Anadolu tarihinin yeniden yazılmasının gerektiğine dair en önemli belgesellerden birisi olacaktır.

Prof. Dr. Şükrü Haluk AKALIN
Türk Dil Kurumu Başkanı

Buradaki kaya resimleri Tom nehri kıyısında gördüğüm kaya resimlerine çok benziyor. Bir fark var, ben oradaki kaya resimlerinde yazı görememiştim harfler yoktu. Ama burada harfler var ve bu harfler Orhun Abideleri’nde kullanılmış olan Göktürk yazısına çok benziyor. Hatta bazı harfler bire bir aynı. İşte ”D” harfinin, ‘N” harfinin, ”K” harfinin aynen burada olduğunu görüyoruz. Gerçekten çok ilgi çekici, geniş bir coğrafyada Orhun Abideleri’nde kullanılan harflerin, Göktürk harflerinin kullanılmış olması Türk kültürünün yaygınlık alanını bize gösteriyor.

Ankara ilimize bağlı Güdül ilçesi yakınlarında kaya resimlerinin bulunduğu bu alanda ilk gördüğümüz şey, burada yer alan kaya resimlerinin Sibirya’dan başlayıp Türkistan’a oradan Kafkasya’ya kadar uzanan geniş alandaki bir geleneğin yansıtılmış olmasıdır.

Ben 1992 yılında Rusya Federasyonu’nda Kemerova eyaletindeki Tom Nehri kıyısındaki kaya resimlerini gördüm, inceledim. O kaya resimleri ile buradaki kaya resimleri çok büyük benzerlikler gösteriyor. Her şeyden önce Sibirya’da başlayıp Türkistan’a kadar, Türkistan coğrafyasına yayılan bu eserler arasında benzerlikler var. Bunları buradaki kaya resimlerinde de görüyoruz.

İkinci önemli kanıt, çeşitli Türk damgalarının bu kaya resimlerinin arasında yer alması. Örneğin Kayı Boyu’nun damgasını, Kınık Boyu’nun damgasını, Avşar Boyu’nun damgasını, Yüreğir Boyu’nun damgasını burada görüyoruz. Bu damgalar Kâşgarlı Mahmud’un Divanu Lügati’t-Türk’ünde bizlere tanıttığı 22 Oğuz boyundan 21′inin damgasıyla çok büyük benzerlikler gösteriyor.

Orhun Yazıtları’nda kullanılan Göktürk Alfabesi dediğimiz veya kimilerine göre Runik Alfabe diye adlandırılan alfabedeki harflerin de bu resimlerin arasına serpiştirilmiş olduğunu, hatta kimi bölümlerde bir cümle oluşturacak kadar, bir yazıt oluşturacak kadar, küçük bir yazıt oluşturacak kadar metinlerin bu resimler arasına serpiştirildiğini görüyoruz. Bu resimler bize şunu kanıtlıyor Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 Malazgirt zaferi ile değil ondan çok daha öncelere uzanıyor. Bununla ilgili çeşitli kanıtlar var. Bu kaya resimleri de Türklerin Anadolu’da çok çok daha önce var olduğunu ortaya koyan önemli kanıtlar.

Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı
Türklerin tarihinin Avrasya coğrafyasında çok geniş bir alana yayıldığını yakından takip edebiliyoruz. Bu kadar geniş bir alana dağılma ancak uzun süreli büyük göçler sayesinde mümkün olmuştur. Türkler, anayurt olan Güney Sibirya bölgesinden, yani Abakan’dan dünyanın değişik yerlerine gerçekleştirdikler göçler vasıtasıyla yayıldılar.

Bu göçleri M.Ö. büyük 7 göç, M.S. ise 13 büyük göç olarak tespit edebiliyoruz. Bunların hepsi kitleler halinde yayılma idi. Söz konusu yayılmalar neticesinde Kuzey Çin, Moğolistan, Kırgızistan, Tanrı Dağları, Doğu Türkistan, Hindistan, Batı Türkistan dediğimiz bölge, Harezm, Ural Dağları, Avrasya’nın batı bozkırları, Balkanlar Türkleşti. Daha sonraki asırlarda da

Anadolu’nun hatta Ön Asya’nın Türkleştiğini görüyoruz. Bunların hepsi göçler sayesinde gerçekleşti. Türk’ler gittikleri yerlerde kendi damgalarını da bıraktılar.

Bu damgaları bilinen tarihî devirlerde mimarî eserlerde görebiliyorduk; ama bizi esas heyecanlandıran, ilk göçler esnasında Türklerin gittikleri yerlerdeki kayaların üzerine kendi hatıralarını bırakmış olmalarıdır.

Bunlar nedir? Bunlar, dünya hayatının her yönünü anlatan kaya resimleridir. Doğum, evlenme, üreme, ölüm… Hatta kayalara inançla ilgili resimler de çizilmiştir.Böylece biz Türk tarihini kaya resimlerinden de öğrenme imkânına kavuşmuş olduk. Buradan yola çıkarak şöyle bir teori geliştirmek mümkündür: Türk’ler nerede çok yoğunlukta yaşadılarsa, orada çok fazla kaya resmi bıraktılar. Abakan, Altaylar, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’ın bir kısmı, Azerbaycan ve Anadolu olmak üzere pek çok mekânda bunun örneklerini görüyoruz. Bunlar yoğun bir şekilde kaya resimlerinin meydana getirildiği alanlardır.

Anadolu’nun büyük kesiminde bulunan Türk’lere ait kaya resimleri, M.Ö.’ki çağlardan itibaren Anadolu’nun nasıl Türkleştiğini ispat etmektedir.

Anadolu’nun büyük kesiminde bulunan Türk’lere ait kaya resimleri M.Ö.’ki çağlardan itibaren M.S.’ki devirlerde Anadolu’nun nasıl Türkleştiğini ispat etmektedir. Böyle bir açıdan bakıldığında yazılı tarih ile kaya resimleri üzerindeki tarihi birleştirerek yeni bir tarih teorisini ortaya rahatça koyabiliriz. Bunun yanında kaya resimlerinin teker teker analitik, üslup, sitil, sanat ve diğer açılardan değerlendirmeleri de yapılmalı, bunlar hakkında yüzlerce, binlerce çalışma meydana getirilmelidir.

Prof. Dr. Yaşar ÇORUHLU
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü

Kaya resimleri, sanat tarihinin en önemli alanlarından olduğu gibi Türk sanat tarihinin de en önemli alanlarındandır. Bugün burada gördüğümüz birkaç bölgedeki resimler, birkaç üslup gösteren resimlerdir. Bunlar, birkaç tekniği birlikte kullanan örnekler olarak, aynı zamanda bize kabaca kronolojiyi de sunmaktadır, göstermektedir.

Söylemiş olduğum tekniklerin tümü, İç Asya ve Orta Asya’daki Türklerin yayılmış olduğu alanlardaki kaya resimlerinde de kullanılmıştır. Dolayısıyla bunları çok rahatlıkla, bu resimleri çok rahatlıkla iç Asya’dan Anadolu’ya doğru gelen bazen de Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya gelip oradan Anadolu’ya doğru gelen hat üzerinden yayılmış olan kaya resimlerine bağlıyoruz.

Esasında bu tabi bizim Avrasya sanat üslubu dediğimiz ve başlıca yürütücüsünün, yönlendiricisinin Türk halkları, Türk devletleri olmuş olduğu sanat alanıdır ve bu kaya resimlerini de üslupsal olarak bunlara bağlayabiliyoruz. Dolayısıyla buradaki örneklere kronolojik olarak baktığımız zaman, benim düşünceme göre bu resimlerde, M.Ö. 3000′lerden başlayıp erken orta çağlara, M.S. 6. -7. yy.lara kadar gelen ve birbirleriyle bağlantılı örnekler söz konusudur.

Doç. Dr. S. Yücel ŞENYURT
Gazi Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı

Avrasya bozkırlarında yaşayan eski halklar 5 bin yıl öncesinden beri ölülerini kurgan denilen yığma mezarlara gömerlerdi. Kafkas ötesinde ve Karadeniz’in kuzeyinde yüz binlercesi vardır bu mezarların. Anadolu coğrafyasında pek bilinmez bu kurgan terimi. Bizim insanımız “yığma” der sadece ve çoğu onların birer mezar olduğunu dahi bilmez. Türkçemizdeki “korumak” veya daha da halk ağzıyla söylersek “horumak” eylemi “kurgan” adının kökenini oluşturur aslında. Üzerine yığılan toprak veya taşlar ölü bedeni dışarıya karşı korur. Korusun diye yığılır onca toprak veya taş kurganlar üzerine. Burada tespit ettiğimiz kurganlar ve hemen onların yakın çevresindeki kayalıkların doğu yüzlerinde yer alan kaya resimlerindeki Avrasya bozkırlarından bildiğimiz at tasvirleri, runik yazı örnekleri ve çeşitli Türk boylarına ait damgalar, bu alanın Hun ve Göktürk dönemlerine ait olabileceğini göstermekte.

Doç. Dr. İsmail DOĞANORDU
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Ben bir bilim adamı olarak hem fikir yazısı olan bu panoramayı, hem de bu panoramanın etrafında olan diğer yazıları şu şekilde değerlendiriyorum: Bu yazılar “diğer dediğimiz Türk yazısı veya Göktürk yazısı diye anılan yazıdır” ki, Türk’ün kendi yazısıdır. Bu panorama ve yazılar en az 5000 yıl öteden başlayıp günümüze kadar gelen kültürün devamlılığını gösteren belgelerdir.

Mustafa AKSOY
Marmara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

Bu kayalardaki resimler özellikle Türk dünyasının Altaylar bölgesindeki kayalardaki resimlerle önemli ölçüde birebirlik ve benzerlik gösteriyorlar. Ancak bu kaya resimlerinin bir başka özelliği, hem eski Türk kaya resimlerine benzemeleri, hem de Selçuklu ve Oğuz damgalarının da burada görülüyor olması. Mesela şuradaki damga, bir Kayı Boyu’nun damgasıdır. Bunun bir Kayı damgası olduğu açık seçik gözüküyor. Bu resimlerin dışında, yine burada Ok – yay damgası dediğimiz, karşımıza bazen Avşar damgası, bazen de mezar taşlarında kazayağı olarak karşımıza çıkan bir damga daha var. Dolayısıyla burada şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkler Anadolu’ya 1071′den önce gelmişler ve oradaki etnografya kültür unsurlarını buralara taşımışlardır. Buradaki kaya resimleri bunun en bariz tarihi kaynakları olarak karşımıza çıkıyor.

Bu resimlerin, damgaların bize gösterdiği bir başka husus da şudur; Nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa sosyal hayatımızda da bir DNA’lar var. Ben buna sosyal DNA diyorum. Başka bir tabirle sosyal genetik diyoruz. Çünkü Sibirya’dan Balkan’lara kadar olan Türk kültür coğrafyasına baktığımızda birbirinden haberdar olmayan, birbirini görmeyen, birbirinin coğrafyasını tanımayan insanların çok farklı bölgelerde aynı üslubu ortaya koymaları, aynı damgaları kullanmaları son derece mânidardır.

Dr. Cengiz SALTAOĞLU
Araştırmacı

Ankara Güdül Salihler Köyü kırsalındaki kaya resmi alanlarında saptanan runik yazılı belgeler Türklerin Anadolu’daki çok eski varlığı ve sahipliğinin birer doğrudan kanıtı ve tapu senedi konumundadırlar. Bu yazıtlar kuşkusuz, Türklerin 1071 yılından çok daha önceleride Anadolu’da bulunmuş ve yerleşmiş olduklarına ilişkin doğrudan birer kanıt oluşturmaktadırlar.

Atakan AKÇAY
Gazi Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi

Anadolu tarihini yeniden yazmanın gerekliliğini ortaya koyacak yeni arkeolojik keşiflerle beraberiz. Bölgede sayıları 1000′e yaklaşan taş yığma kurganların yanında kayalar üzerinde hem bizlerin neolitik dönem öncesinden bildiğimiz avcı-toplayıcı dönem insanlarının yansıtan kaya resimleri hem de runik Göktürk harfleriyle yazılmış yazıtlar bulunmakta. 10 Bin yıllık kayıp miras Servet Somuncuoğlu’nun “Taştaki Türkler” kitabında Sibirya’dan Anadolu’ya uzanan yaylalardaki kayalara nakşedilmiş kaya resimleri (petroglifler), 10-15 bin yıl öncesine dayanıyor. Bilim adamları, petrogliften alfabeye geçebilmek için en az 10 bin yıllık bir sürecin gerekli olduğunu belirtiyorlar. Bu bilimsel veriye dayanarak, yalnız Türklerin değil, insanlığın en azından 10 bin yıllık kayıp mirası söz konusudur.

Servet Somuncuoğlu Kimdir?

Dört yıllık bir emek sonucunda, 150 bin km, yol kat edilip, 138 gün saha çalışması ile ortaya çıkan, TRT tarafından yayınlanan ve TÜRKSAV 12. Türk Dünyası Hizmet Ödülünü alan “Karlı Dağlardaki Sır” adlı belgeselin yapım-yönetim ve metin yazarlığını yapan Servet Somuncuoğlu yayınladığı “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” kitabı ile 2008 yılı TGC Sedat Simavi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü’ne lâyık görüldü. Denizli’de kurulan Avrasya Sanayici ve İş Adamları Derneği (AYSİAD) tarafından 2009 Yılı Türk Kültürüne Hizmet Ödülü verilen Somuncuoğlu, 2010 yılında ”Saymalı Taş-Gökyüzü Atları” adlı 2. belge kitabını çıkardı. Somuncuoğlu’nun son çalışması ”Damgaların Göçü” belgesel olarak Şubat ayında TRT Belgesel kanalında yayınlandı.

www.facebook.com/noger.kam

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.