Dr. Orhan Koloğlu / Tarihçi, Yazar
Dağılma dönemi psikozuna kendilerini kaptırmış olan Yeni Osmanlıların içine düştükleri ikilemden kurtulmalarına fırsat vermeyen bu düşünüş tarzının en güzel örneklerinden birini, Ahmet Mithat’ın 1872’de çıkardığı, Devir gazetesinde, Sadrazam Mithat Paşaya yazdığı açık mektupta görüyoruz. “Bu mülk ve millet devletin değil mi?… Biz hükümeti seniyeyi baba gibi tanımak isteriz” diyerek resmi tekci çizgiye uyduğunu belirten Ahmet Mithat, arzuladığı dinamik kamuoyunu da “inkiyadı serbestane (özgürce boyun eğme)” diye tanımlar:
“Padişahımız hattı hümayunlarla, fermanlarla bize hürriyet ve müsavat bahşediyor (…) Biz de iktizayı tabiiyet maslahatına istinaden (uyrukluk gereği olarak) serbest olalım, hür olalım, hükümetimizden korkacağımıza ona muhabbet edelim, sevelim, itaatimiz inkiyadımız (boyuneğme) miskince olmasın serbestane olsun, bir miskin muti (itaat eden) azacak derman bulur ise her fenalığa mütecasir (cüret gösterme) olur fakat bir serbest ve hür münkad (boyu eğen) ne kadar kuvvet bulur ise bu kuvveti yine inkiyadi serbestanesini (özgürce boyun eğmesini) muhafaza yolunda sarf eder diyoruz…”
Özgürlüğün dinamizmini isteyen, fakat uyrukluğun gereğince boyun eğmeyi savunan Ahmet Mithat bu oluşumu Efkarı Umumiye diye tanımlamaktadır :
“… halbuki hükümet hiçbir nazar dikkat ve ehemmiyeti önüne almayup ve hatta “bizde efkarı umumiye yokdur” deyu anceyb bir de hüküm verip keyfiyete atf nazar dikkat ve söylenen sözlere havalei sema itibar bile etmiyor (dinlemiyor bile). Efkarı umumiyenin vücudunu teslime tenezzül edecek olsa dahi bunlar serbest olur ise kalplerine sığmazlar hükümetten korkmalıdırlar heybeti hükümet yüreklerini oynatmalıdır fikrine zahip olarak yine bir netice görülmüyor. Biz maarif isti-
yoruz, adam olmak medeni olmak istiyoruz. Hükümet bunların maarif ile gözleri açılır ise zabt ye rabtları müşkil olur deyu bizden maarifi imsak (el çekme) ediyor (…) hükümetin şimdiye kadar serkeşdin deyu ittiham etmek (suçlamak) istediği matbuat bu gibi hitaplar ile hükümeti seniyeyi biraz da atimizi (geleceğimizi) düşünmeğe davet ediyor, çünkü efkarı umumiye bunu istiyor…”
Eğer bugünkü deyimlerle açıklamaya kalkarsak Ahmet Mithat’ın tekci ve inkiyad serbestane’li efkarı umumiyesinin karşılığı olarak “sağduyulu kamuoyu” deyimini kullanabiliriz. Yazımızın başında belirttiğimiz gibi günümüzde bazı yazar ve düşünürlerin özlemini duydukları bu sağduyulu kamuoyu, 187O‘li yıllarda Babiali için çok aşırı bir adım farzedilmiş ve nüshaları toplattırıldığı gibi, gazete de süresiz kapatılmıştır.
Osmanlı toplumu içinde Türk kesimine tarihsel koşulların empoze ettiği bu “tekcil sağduyulu” kamuoyu oluşumunun sakıncalı yanı eskinin Kapalı Düzen’ine kapıyı açık bırakmasıdır. Nitekim. Abdülhamit sansürcü kapalı rejimine gerekçeyi, özgürlük yanlısı Yeni Osmanlılar’ın savlarından çıkarmıştır. Ve yukarda yazısını okuduğumuz Ahmet Mithat bunun ideoloğu durumuna gelmiştir. Ama aynı görüşün Jöntürklerin ve İttihat ve Terakki’nin düşüncesinin temelinde de bulunduğu da bir gerçektir. Onlar da tekci sağduyulu bir kamuoyu gereğini vurgulamışlardır. Tanzimatcı, Abdülhamitci, İttihatcı yönetimlerin ilkelerde ayrılmalarına rağmen temelde birleştikleri nokta, yönetimde bulunanın kendi haklılığının ve doğruluğunun kamuoyunu temsil ettiği tezini ileri sürmeleri olmuştur. Hatta daha ileri giderek, 1945’de çoğulcu demokrasi deneyimine girilinceye kadarki dönemde de aynı yolun izlendiğini söylemek yanlış olmaz. Tekcilik ve sağduyulu kamuoyu arayışı aynen devam etmiştir.
Böylesine köklü gelen bir alışkanlığın l945’de birdenbire çok partili sistemin ilanıyla değişivermesi olası değildi. Nitekim o günden beri geçen yaklaşık yarım yüzyıllık tarihimiz çoğulculuğun pek kolay hazmedilemediğini ve çoğulcu sistemin seçimiyle işbaşına gelenlerin bile aynı tekci ve sağduyulu kamuoyu arayışından kurtulamadıklarını göstermiştir. Nitekim partiler arası çekişmelerde aşırılıkların belirmesi ve karşıt görüşlerin en katı şekilde suçlanmasında bu eğilim başlıca rolü oynamıştır. Partilerin çatışmasından doğan bunalımlara çözüm getirmek ve her seferinde demokrasiyi kurtarmak amacıyla yapılan askeri müdahaleler de, yapıları/gereği bu tekci ve sağduyulu kamuoyu arayışını pekiştirmişlerdir.
GELECEKTE KAMUOYU
Burada yanıtlanması gereken iki soru belirmektedir :
1) Tanzimat’la başlayan akım çoğulculuğa doğru hiçbir değişiklik getirmemiş midir?
2) Kamuoyu kavramı dünyada zaman zaman tekci ya da çoğulcu olarak algılanmıştır. Yeni teknolojiler ve sosyal ekonomik yaşam yasaları 21. Yüzyılda bunlardan hangisini ön plana çıkaracaktır? Tanzimat’ın (ki biz bu deyim içinde, yalnız 1839 sonrasını değil, 1826’da Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla başlayan. 1838’de serbest ticaret dönemine girişle devam eden dönemi anlıyoruz) hem Osmanlı hem de Türk toplumları için gerçek bir değişme sürecinin başlangıcı olduğu yadsınamaz. Getirdiği dinamikler, toplumun ani sarsıntılara girmemesi için konan sınırlayıcı kuralları sürekli zorlamış ve küçümsenemeyecek bir hızla yüzyıl içinde kamuoyu açısından çağdaşlaşma yolunu açmıştır. Tanzimat’ın ilanından 37 yıl sonra (1876) bir parlamentoya, 69 yıl sonra (1908) çok partili yapıya, 84 yıl sonra (1923) egemenliği ulusa mal eden cumhuriyet rejimine ve 106 yıl sonra (1945) çoğulcu demokrasi uygulamasına ulaşılmıştır.
Umut edilir ki, Tanzimat’ın 150. yılını kutladığımız bu günlerde de “çoğulculuğa karşı hoşgörü” noktasına varılır, tekci ve sağduyulu kamuoyu anlayışından sıyrılırız.
İkinci soruya gelince. Yeni teknolojilerin ve sosyal-ekonomik yaşam koşullarının insanlıkta standartlaşmayı, bir düzeliği pekiştirdiği gözlemlenmektedir. Bunun 21. yüzyıl insanını da robotlaştıracağı ve tekci görüşlerin egemen olmasına zemin hazırlayacağı kuşkuları birçok düşünürce ileri sürülmektedir. Geleceğin değerlendirmesinde 15-20 yıldan ötesine uzanan tahminler, şu anda varılan bilimsel düzeyde, fantazi sayılmaktan ileri gidememektedir. Dolayısıyla, şimdilik ancak 21. yüzyıla nasıl gireceğimiz konusundaki iddialar bir oranda bilsel nitelik taşıyabilirler. Bu açıdan tekciliğe doğru bir eğilim belirse de, çoğulculuğun insan yapısının temelini oluşturacağını savunmak hatalı olmaz. Bunun en ilginç kanıtı, yetmiş yıldır en katı tekci düzeni sürdürmüş ve bunu yoğun propaganda ile kökleştirmeye çalışmış olan Sovyet Rusya’da görülmektedir. Son Perestroyka-Glasnost uygulaması ile tek bir görüşün egemen olduğu sanılan Sovyetlerde çoğulculuk şaşılacak bir oranda patlamıştır. Bu durumda, geleceğin dünyada ve Türkiye’de alacağı şekli belirleyecek olan, grupların kütleleri yönlendirme tarzları olacaktır. Çoğulculuğu siyasal alandan başka alanlara kaydırma yönünde grupların – hem demokrasilerde, hem de sosyalistler de – yoğun çabasının ne sonuç vereceğini ise ancak zaman gösterecektir.Bunun üzerinde en önemli etken ise kütlenin eğitim düzeyi olacaktır.
Makale sonu
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 1992-1993
görsel: istanbul.net.tr