anadoluverumelimedya.com

Brüksel’den Şanghay’a yol göründü

Hüseyin Vodinalı / Odatv

Reklam alanı

 

Tarihin çarkları bazen yavaş, bazen çok hızlı ilerler.

Biz o hızlı dönemdeyiz.

Uğurlu (ya da uğursuz mu?!) sayımız 24.

ABD, ‘çizgiden çıkan TSK’ya karşı’, “BİN YILIN MEYDAN OKUMASI” (MILLENIUM CHALLENGE 2002) tam da Lozan’ın yıldönümünde, 24 Temmuz 2002’de Nevada çölünde Türkiye’yi işgal tatbikatı yaparak “gözdağı” verdi.

24 Temmuz 2015 PKK’ya karşı (Lozan’ın yıldönümünde) harekete geçtik, 24 Kasım 2015 Rus uçağını düşürdük, 24 Ağustos 2016 Fırat Kalkanı ile PKK koridoruna kamayı sapladık ve bugün 24 Kasım 2016 AB ile işimiz bitti, aynı gün Suriye’deki askerlerimize kuşkulu ve provokatif bir saldırı düzenlendi.

Arada tabii çok mühim kırılma noktası CIA/FETÖ 15 Temmuz 2016 darbe girişimi var.

 

Brüksel ile 54 yıllık nişanı attık, Şanghay ile söz yüzüğü taktık.

Sam Amcamız bizi zorla Avrupa ile nişanlamış, ama bu Avrupa bizim saflığımızdan faydalanıp, iğfal etmekten başka bir iş yapmamıştı.

2. Dünya savaşı sonrası Sam Amca bizi önce ucuz asker belledi. (Nazım’ın 23 sentlik asker şiirini bir kez daha okumanızı tavsiye ederim) Sonra NATO’ya alıp, cepheye sürdü, SSCB ve Doğu’daki ileri karakola nöbetçi dikti. Bu esnada bir şey daha yaptı. Türkiye’yi, Avrupa’nın kapısına bağladı. Kendi güdümündeki Avrupalı siyasetçilere de dedi ki, “Bakın bunu iyi kullanın, etinden sütünden kanından faydalanın, ama sakın ha açık etmeyin, seni aramıza almayacağız filan demeyin.”

Neticede, onlar ortak oldu, biz pazar.

AVRUPA KAPISINDA REZİL OLDUK

ABD, AB ve İsrail bir şey daha yaptı birlikte.

Türkiye Cumhuriyeti’nin genetiğini değiştirdi.

Atatürk ve arkadaşlarının yarattığı o devrimci, halkçı, devletçi, milliyetçi, cumhuriyetçi ve laik devlet yapısı, Atlantik kapısında erozyona ve korozyona uğradı.

Aşındı, döküldü, paslandı, çürüdü.

Batı kapitalizmi ve emperyalizmi, sürekli olarak dincileri ve Kürtçüleri destekledi el altından.

Askeriyeyi NATOcu, polisi tarikatçı yaptı. Kemalist Devrim’in izlerini tüm çabasıyla yok etmek istedi.

Bir de kendine göre bir solcu güruhu oluşturdu.

İşte bu solcular bir nevi katalizör rolü oynadı.

Cumhuriyet’in o aslanlar gibi dik duran aydınlarının yerini giderek bu post modernist solcu liberal kılıklı “kullanışlı elemanlar” aldı.

ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NE NEDEN KARŞILAR?

Aslına bakarsanız, ŞİÖ, bir NATO veya AB filan değil.

Öyle egemenliğin devrini gerektirecek kurum ve kuruluşları yok.

Peki neden ŞİÖ lafını duyunca bazıları şeytan görmüş gibi oluyor?

Çünkü ŞİÖ, Rusya ve Çin’in başını çektiği bir Asya kalkışması.

Atlantik kurumlarına, tek kutupluluğa karşı bir isyan.

Batılıların dünyayı tek başına yönetme iddiasına karşı imzalanmış bir sözleşme.

En başta Batı kaynaklı gerici ve bölücü terör unsurlarına karşı somut bir güç birliği.

Ülkeler ŞİÖ içinde bağımsız ve onurlu duruşlarını korumayı hedefliyor.

Çok büyük bir dayanışmasını henüz görmesek de, bu yöne doğru atılmış önemli bir adım.

Türkiye’nin ŞİÖ’de yerini alması şart.

Bunun ne kadar önemli olduğunu 15 Temmuz darbe girişiminde gördük.

ABD artık darbe ve terör düğmesine bastı, bundan sonuç alamazsa başka daha kötü şeyler planlıyor.

Rus uçağının düşürülmesinin ardından, Rusya ile ilk barışma girişimi sonrası darbe tertibi yaptı.

Son günlerde devlet erkanı ŞİÖ sözcüğünü sık kullanınca, yine bir 24 Kasım’da Suriye’deki güçlerimize saldırı tertibi yaptı.

Ama tarihin çarkı kesin ve güçlü bir biçimde ilerliyor.

Avrupa’daki NATO karşıtı merkezkaç ve Türk düşmanı eğilim, Trump’ın içe dönmeci programı, ekonomik kriz (hem küresel, hem Türkiye’deki), komşularımızdaki istikrarsızlık ve de en nihayetinde PKK ve Barzani’nin Amerikancı bağımsızlık çabaları bize artık seçenek bırakmıyor.

Tamam, Türkiye’deki demokratik ortam felaket, yargı bağımsızlığı hak getire ve tüm bunların üzerine bir de sorgusuz sualsiz tek adam rejimi olan padişahlık/başkanlık getirilmek isteniyor, bu açıdan çok tehlikeli sularda yüzdüğümüz bir gerçek.

Fakat elmalarla armutları toplamayalım.

Hatta şöyle söyleyeyim, başkanlık sistemi kesinlikle Avrasya’nın, ŞİÖ’nün bir tercihi değil. Çünkü ülkede bölünmeyi, kargaşayı artıracak bir şey.

Tam aksine eskiden beri ABD’nin kesin olarak karşı olduğu başkanlık sistemi, bu kez yine ABD tarafından taktik bir tuzak tertibiyle ortaya konuyor.

Bu noktada gelişmelere dikkat edilmeli.

Devlet Bahçeli, acaba gerçekten Saray’ı destekliyor mu? Yoksa aslında Ekmeleddin İhsanoğlu olayındaki gibi Abdullah Gül ile danışıklı bir süreç mi geliştiriyor?

Kemal Kılıçdaroğlu ise ŞİÖ’ye karşı çıktığı kadar, başkanlığa karşı çıkmıyor.

Selin Sayek Böke gibi, tam bir Batı hayranı, müstemleke aydını söylemlerle içteki sorunları dışa endekslemeye çalışıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu, ne söylerse söylesin, ne anlatırsa anlatsın, beni Atatürkçü olduğuna inandıramaz.

1930’ları faşist bir yönetim, Seyit Rıza ayaklanmasını Dersim İsyanı ve Cumhuriyet’in kirli yüzü olarak gösteren, Türkiye’de “Laiklik tehlikede değildir, Fetullahçı bir tehlike yoktur” diyen, Sayek böke, Sezgin Tanrıkulu, Mehmet Bekaroğlu, Gürsel Tekin gibi tipleri partinin yönetim kademelerine getirebilen birisi Atatürkçü veya Kemalist olamaz. Hele ŞİÖ’ye karşı çıkan bir kişi hiç olamaz.

Kimi okurlar beni bu söylemlerim yüzünden “Kripto AKP’li” bile ilan ediyor ama doğru bildiğimi söylemekten çekinmeyeceğim.

Bugün AKP’yi iktidarda tutan iki unsur var: Devlet Bahçeli’nin MHP’si ve YCHP.

Hadi buna terörden elini çekemeyen ve ufalanıp giden HDP’yi de ekleyelim.

Çünkü bugün mevcut muhalefet, MHP-CHP-HDP, hepsi birden Batı’nın yanında, ŞİÖ’nün karşısında cephelenmiştir.

Bu, neresinden bakarsanız bakın milli ve ulusal bir duruş değildir.

Bu, başkanlığa destek verip cumhuriyeti yıkacak, ülkeyi parçalayacak bir duruştur.

NE YAPMALI

ABD ve AB’nin artık Türkiye’yi güdebilecek bir gücü yoktur.

Türkiye, Atlantik temelli üst aklı bir an önce terk edip, kendi devlet aklına kavuşmalıdır.

En acil olarak Suriye’de Esad ile masaya oturulmalı ve ortak harekat planları yapılmalıdır.

Türkiye, NATO’dan çıkmalı ve ŞİÖ’ye asil üye olmalıdır. Çin ile “Bir Kuşak Bir Yol” projesi uygulanmalı, Rusya ile Türk Akımı hayata geçmeli, Avrasya Ekonomik Topluluğu’na girilmeli, enerji anlaşmaları yapmalı, Batı Asya Birliği kurulmalı, İran, Hindistan ve Pakistan ile teknoloji alış verişi yapılmalıdır.

ABD ve AB ile eşitlik temelinde rasyonel ilişkileri kurmalıdır. Hatta Avrupa’nın Almanya gibi potansiyel Avrasyacı güçleriyle devletler arası ilişkiler oluşturulmalıdır.

Gümrük Birliği denen cendereden bir an evvel çıkılmalı, ithalat yerine yeniden ithal ikameci bir ekonomik çizgiye dönülmelidir.

Suriyeli göçmenlerin hayatlarını tehlikeye atmadan Avrupa’ya ulaşmalarını sağlamalıdır. Türkiye’deki 3 milyon Suriyeli Avrupa’da yaşamak istiyorlarsa bu onların insanlık hakkıdır.

Üretim ekonomisi için tarım ürünlerinin ithalatı kesinlikle yasaklanmalı veya yüksek düzeyde vergilendirilmelidir.

Asya güçleriyle her alanda işbirliği güçlendirilmelidir. Özellikle askeri alanda ülkenin savunmasını güçlendirecek gerekli adımlar atılmalı ve Batı’nın bize bilinçli olarak vermediği yüksek teknoloji silahları bir an önce edinilmelidir.

Kandil’e İran ve Irak ile birlikte girilip PKK yok edilmelidir.

Barzani’ye verilen destek geri çekilmeli, bölge ülkeleriyle ortak bir çözüme gidilmelidir.

Kıbrıs’ta kesinlikle anlaşma filan yapılmamalı, Ege’de egemenlik haklarımız en katı bir şekilde savunulmalıdır. Bu konuda Kıbrıs ve Ege’de canımıza okurlar korkusuyla NATO’dan çıkılmamasını savunan eski Gen Kur. Başkanı İlker Başbuğ’a cepheden karşıyım. Bu kafalar yüzünden bu kadar geriledik bana göre. Asıl ŞİÖ’de Türkiye, çok daha dokunulmaz olur.

Bunun en bariz göstergesi, korkunç bir iç darbe ve FETÖ’cü askerlerin ayıklanması sonrası dört kollu uçuş dahi yapamayan TSK’nın, yurtta ve Suriye’de teröre karşı gösterdiği üstün mücadeledir.

Türkiye, bağımsız olursa düşmanlarını korkutur, aksi takdirde dalga geçilen hımbıl bir görüntü çizer. Ki çiziyor yıllardır.

Hilmi Özkök ile başlayan süreçte sonraki tüm isimler bana göre artık Avrasya çağında o koltuğa oturmaması gereken profilleri tek tek ortaya koyuyorlar. Detaya girmek istemiyorum ama ne dediğimi anladınız sanırım.

ŞİÖ’ye girilecekse artık TSK’nın NATO tipi komutanlardan arındırılması şarttır. Kemalist askerler gerekiyor bu ülkeye. Öyle West Point’te, Napoli’de NATO’da masa başı görev yapıp, tek kurşun atmadan paşa olma devri bitmelidir. Asker dediğin önce savaş alanında rüştünü ispat eder, ardından kurmay olur.

Atatürk Avrupa başkentlerinde de gezdi, tüm cephelerde de savaştı. Böyle kurmay oldu. Böyle “Dünyada Barış Yurtta Barış” dedi. Ve Hatay için çizmelerimi giyerim deyince düşmanları korktu.

Türkiye’de MİT, polis ve diğer güvenlik birimleri de, NATO tipi batı eksenli milliyetçi mukaddesatçı yapıdan kurtarılmalı ve milli, Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı kısaca devrimci bir nitelik kazandırılmalıdır. (FETÖ’cü gider başka tarikatçı gelir, hepsini arkasında ise NATO/CIA vardır.)

Bunun hele de şu dönemde mümkün olmadığını söyleseler de, bugün yeni bir darbeden korunmanın yegane formülü budur. Yeniden devletçi onurlu ve ahlaklı bir yapı kurulmalı, sol ve emek düşmanlığı bir yana bırakılmalı, sömürgeci Batı uşağı sahte solla mücadele edilmelidir. Anayasa’da kuvvetler ayrımı olmazsa olmazdır.

Atatürkçü deyince gardırop tipi Atatürkçülükten bahsetmiyorum.

Batı hayranlığı değildir Atatürkçülük; bilakis onun dediği gibi “Biz Asyai bir milletiz”diyebilmektir. Çağdaş uygarlığa giden yolda Batı’dan alınabilecek ne varsa alınır ama kul, köle olmadan. Asya’daki bağlarımızı köklerimizi yeniden keşfetmektir Atatürk. Bakın, bizim devlet erkanı filan, Orta Asya’ya gidince artık bir nevi yabancı, Araplaşmış veya Batı hayranlığı içinde suni bir profil çiziyor. Kadın ile erkeğin eşit olduğu, çocukların kutsal olarak korunduğu bir gelenekten gelen bizlerin düştüğü şu haller pek içler acısıdır.

Sam Amca’nın yeşil kuşak mirasıdır bu bize.

Neticede Türkiye bir Avrasya ülkesi.

Avrupa ile Asya ortasında, Ortadoğu ile Karadeniz arasında kilit bir ülke, küçücük Küba adasında Kastro’nun yaptığını biz neden bu cüssemizle yapamayalım.

Sonsuzluğa uğurladığımız, Güney Amerika’nın büyük devrimcisi Fidel Kastro’yu da burada saygı ve minnetle analım. Onun yarısı kadar bilinçli olsa bu ülke halkı, çoktan fezaya çıkmıştık.

1997’de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Castro:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk…. Bu kadar büyük bir devrim yaptım, ama Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım… Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın.” demişti.

Tehdidin Batı’dan geldiğini saptayan Büyük Önder Atatürk, vasiyetinde SSCB ile dostluğun bozulmaması ve Batı ile ittifak anlaşması imzalanmamasını söylemişti.

İşte bu dünyanın en büyük devrimcisinin vasiyetine ihanet ettiğimiz için bugün bu noktadayız.

Artık bu vasiyete uymanın tam zamanıdır, ve bu vasiyet Türkiye’nin bu cehennemden çıkış reçetesidir.

 

About armadmin 9321 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.