anadoluverumelimedya.com

Bunun diktatörlükten başka bir adı yok

Son günlerde Türkiye’nin gündemindeki en sıcak konulardan biri Başkanlık. Teklif edilen “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olsa da tarif edilenin Başkanlık sistemi olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Konu “Başkanlık” olunca süreci yıllardır AKP tartışan Prof.Dr. Süheyl Batum’a sorduk. Batum, AKP’nin teklif ettiği “Cumhurbaşkanlığı sistemi için “yürütme hem parti aracılığıyla yasamaya hakim, hem de yargının yarısını atıyor, yargıya hakim. O zaman bunun adına dünyada diktatörlük denir. Bunun başka adı yok. Türkiye’ye özgü falan da yok”dedi.

Reklam alanı

İşte Batum’un sorulara verdiği yanıtlar:

-Herkesin tartıştığı bir konu var. Cumhurbaşkanlığı sistemi dedikleri sistemin de içinde bulunduğu Anayasa paketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk başta şunu söyleyeyim; bugün bir Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıf öğrencisine bile sorsan uygulanacak yönetim biçimleri, siyasal rejimler konusunda şunu söyler: Dünyada belirli demokratik ülkelerin siyasal rejim türleri vardır. Bunlara baktığında, parlamenter dahil, başkanlık dahil, yarı başkanlık dahil hepsinde; yasama organıyla, yürütme organı iç içe olmaz, yargı organı hiç olmaz. Dolayısıyla sen demokrasi istiyorsan, adına ne dersen de mutlaka yargı, yasama, yürütme ayrı olacak. Çok fazla ayrı olursa adına başkanlık sistemi diyoruz. Daha yumuşak bir ayrılık olursa parlamenter rejim diyoruz. Bu daha birlikteyse ve bu birlik meclis lehineyse, meclis hükümeti sistemi diyoruz. Ama yine birinci sınıfta olan herkesin bildiği bir şey vardır: Bu birlik Cumhurbaşkanlığı’nda, Başbakan’da yani yürütmede olursa bunun adı otoriter rejimdir. Demokrasi değildir. “Başkanın istediği kadar iyi olsun”, “Cumhurbaşkanın istediği kadar iyi olsun”… Eğer bu güçler bir elde toplanıyorsa, bu otoriter bir rejimdir. Türkiye’de bir rejim değişikliği isteniyor ve yıllardır bunu tartışıyoruz.

-Neden isteniyor bu?

‘Parlamenter rejim sıkıntılı, yapamıyoruz’ deniyor. Neden iyi değil? Örneğin Cumhurbaşkanı ‘Ben yetki kullanamıyorum’ mu diyor? Başbakan ‘Ben bir şey yapamıyorum’ mu diyor? Veya Meclis ‘Benim yetkim yok’ mu diyor?

Şunlardan söylüyorlar: ‘Efendim koalisyonlar oluyor, o yüzden kurumlar rahat rahat karar veremiyor.’ Ama şöyle düşün; bu koalisyon olması parlamenter rejimin bir sıkıntısı değil. Olsaydı 2002’den beri koalisyon olurdu. Demek ki bu parlamenter rejimin bir sıkıntısı değil.

 

“3 KERE YARGI DEĞİŞTİRİLDİ”

-Peki şu an sıkıntı var mı?

Herkes diyor ki; parlamenter rejim harika mı, neden değiştirmedik? Parlamenter rejimin sıkıntısı, kime sorarsan sor var. İki tane sıkıntısı var… Bir, yürütme yasamaya hakim oluyor. Başbakanlar, şimdi de Cumhurbaşkanı yasamaya hakim oluyor. İkinci sıkıntısı da koalisyon. Eee koalisyonlar için “yüzde 10” diye korkunç bir sistem getirdik. Yüzde 34 alanın meclisteki yüzde 60 çoğunluğu aldığı, felaket bir sisteme geçtik.

Yürütmenin yasamaya hakim olmasını değiştirelim dedik, siyasal sistem bunu değiştirmedi. Ne yapacaktı? Partilerdeki lider sultasını kaldıracaktı. Milletvekillerinin seçilmesini mutlaka parti başkanının iki dudağının arasından çıkarması gerek. Ve seçim sisteminin de değiştirilmesi lazım. Bugünkü sıkıntı bu. Burhan Kuzu da öyle diyor: “Yasama ne yapsın zavallı hiçbir yetkisi yok ki.” O zaman ayıralım diyoruz, getirdikleri taslak da bunun daha beteri var.

Örneğin yargı organını 2010’dan beri 3 defa sil baştan yaptık. Demek ki parlamenter rejimde sıkıntı yok, koalisyon değil demek ki bu sıkıntının nedeni. O zaman niçin istiyoruz?

3 kere yargı değiştirildi. Başkanlık sistemine gelince yargıyı değiştirmek zorunda kalmayacağız demek ki. Öyle deniyor… Başkanlık rejiminin uygulandığı özellikle ABD’de yargıyı Başkan belirlemiyor. Demek ki parlamenter rejim sıkıntılı, ama bu koalisyonlardan değil. Sıkıntı devam ediyor demek ki. 2010’da yargıyı bir sıfırladık, 17 Aralık’ta bir daha sıfırladık, 15 Temmuz’dan sonra bir daha sıfırladık. 5 bin hakim ve savcıyı da attık görevden, demek ki sıkıntı koalisyonda değilmiş.

Demek ki biz Başbakanlara, yasamaya, Adalet Bakanı’na büyük yetkiler tanıyıp yargıyı yeniden yaptırıyorsak sıkıntı çıkıyor. “Başkanlık sisteminde bu yok, başvuralım oraya” deniliyor. Bir tek şunu söyleyeyim o zaman, hükümet de söylüyor bunu… Diyor ki, “Evet biz her şeye hakimiz. Yasamaya, yürütmeye, yargıya hakimiz. Sıkıntı da bundan doğuyor” diyor. Bir sistem getirelim o zaman… Demek ki kuvvetler ayrı olacak. Kuvvetler birbirini devamlı yenilemeye gerek duymayacak, bağımsız çalışacak. Bunu istiyor muyuz? Yargının üstünde yürütmenin de yasamanın da etkisi olmayacak. Yasamanın üzerinde yürütmenin de yargının da etkisi olmayacak. Yürütmenin üzerinde de yargının da yasamanın da etkisi olmayacak.

Bunu ancak Başkanlık sistemiyle yapabiliriz, diyorlar. O zaman getirelim başkanlık sistemini yürütme tamamıyla başkana bağlı olsun, istediğini bakan atar, istemediğini atamaz, kimini parti içinden alır kimini dışından, istediği yerden atar! Yalnız yargıya hiç karışmaz. Bir kişi bile atamaz!

-Kim atayacak onları?

Yasamaya 17 üyeden 5 tanesini sen ata dersin, onu da partilere göre verirsin. 2 tanesini iktidar, kalanlarını da muhalefete verirsin. Geri kalanları da yargı kendi içinden, barolardan isterlerse üniversitelerden seçecekler. Yasamayı da yürütmenin oluşturması imkanı verme. Yani Başkan milletvekili listelerini hazırlamayacak.

-Taslaklarda bu isteniyor mu?

Hayır. O zaman bizim istediğimiz doğru değil. Ya da “sıkıntı var” derken doğru söylemiyoruz. Sıkıntıya “koalisyon” dediğimizde doğru olmadığını görüyoruz, 14 senedir yok. “Efendim kuvvetler birleşiyor.” Tamam ayıralım. Onu da istemiyoruz! Cumhurbaşkanı partinin başkanı kalsın, aynı zamanda yargıçların yarısını da atasın! Böyle bir şey olabilir mi? O zaman yürütme hem parti aracılığıyla yasamaya hakim, hem de yargının yarısını atıyor, yargıya hakim. O zaman bunun adına dünyada diktatörlük denir. Bunun başka adı yok. Türkiye’ye özgü falan da yok.

“SEVGİLİ BURHAN…”

-Türkiye’ye özgü nasıl yapacağız peki?

Ben 2011’de komisyondayken aynen şunu yaşadık. Herkes teklifini getirsin dedik. Bize geldi şimdi öneriler Başkanlık sistemi diye yazmışlar, getirmişler. Anayasa ciddi bir iştir diyorum biz ise hep olmayan siyasi yalanlar üzerinden konuşuyoruz. Başkanlık sistemi diyorsunuz, kuvvetler ayrılığı diyorsunuz, aynı gün adamı seçtiriyorsunuz. Bu adama kanun niteliğinde kararname yaptırıyorsunuz, meclisi fesh ettiriyorsunuz. Bu nasıl bir başkanlık sistemi dedik. O dönem AKP’nin temsilcileri Yavuz Atar ve Yusuf Şevki Hakyemez’di. Biri YÖK’ün Başkanvekili öbürü de Anayasa Mahkemesi’nin yeni üyesi. Gülerek ‘Buna da Türk usulü başkanlık sistemi deriz’ dediler. O laf da buradan çıktı. Yani pantolon uyduramadık ceket verelim.

Başkanlık sistemini Türkiye’ye özgü yapmak demek şu demek: Kuvvetleri ayırmak. Dolayısıyla ben MHP’lilerin de CHP’lilerin de hatta AKP’lilerin de hepsinin bu yönde şuna izin vermeyeceğini tahmin ediyorum. Adına biz ne dersek diyelim. Seçilen insanı ne kadar çok seversek sevelim bir gerçek var. Eğer getirilen sistemde partisi aracılığıyla yasama organına üyelerini atayabiliyorsa bir Cumhurbaşkanı ve yargıçları atayabiliyorsa hem yasamaya hem yargıya hakim demektir. Buna ne dersen de olmaz! Birileri diyebilir ki olur mu öyle şey biz yargıya öyle güvenceler vereceğiz ki bağımsız olacaklar. Olmaz! Neden olmaz? Bağımsız yargı diye 2010’u yapmadık mı? Herkes bağımsız yargı olacak demedi mi? İleri demokrasi diye bütün yargıyı değiştirmedik mi? Sonra ne dedik? Aaa bağımlı oldu bu… 17-25 Aralık’ta bir daha değiştirdik. O zaman da, şimdi bağımsız oldu dedik, oldu mu yine olmadı. 15 Temmuz’dan sonra bir daha değiştirdik. Bu konuyu ‘Aaa sürekili yanılıyorlar, bunlar bu işi bilmiyorlar’ diye açıklayamazsın. Bunlar gider başka gelirse, daha iyi olur diye kimseye açıklayamazsın. Yapamazsın çünkü eşyanın tabiatına aykırı. Bir yere atama yetkisine sahipsen istediğini atarsın, istediğini atamakta, gücün mutlaka sana yakın olması sonucunu doğurur.

Peki Cumhurbaşkanı partili olsun, partisine hakim olsun, meclisteki milletvekillerini de o atasın kimseye bırakmasın ama diğer yetkileri de kullansın dersek. O zaman olmaz. Bu yetkileri kullanmasının Anayasa’daki dayanağı ne? Kendisine ayrı bir alan vermiyor o yetkiler, hükümetle beraber kullanabileceği yetkiler onlar. Buna da bağımsız tarafsız bir kişilik diye veriliyor. Hayır ben partimi temsil ediyorum parti adına buradayım dediği zaman da; orada yargıya üye seçme, rektör seçme, bazı üst dereceli memurları seçme yetkisine sahip olmaması gerekir. Ülkenin ordusunu parti başkanı seçer mi? ‘Eee ben cumhurbaşkanı oldum. Devletin başıyım.’ O zaman devletin başıysan bütün yetkilerin sende toplanmaması için yetkilerini de ona göre düzenlenmesi lazım. Devletin, Cumhurun başkanının yetkileri olması lazım. Nasıl yani? Herkesin çıkarına tarafsız olacağını açıkça ortaya koyacak. Seni oraya itecek yetkiler olması lazım. O zaman naparsın siyasal işlere karışmazsın. Sen Başkomutan’sın, savaş olursa karışırsın, Bakanlar Kurulu’nu toplarsın karar verirsin.

Başkanlık sisteminin en ciddi işlediği yer ABD’de. Obama bütün yargıçlar üzerinde, Federal, Yüksek Mahkeme’de falan atama yapabiliyorsa, tüm üniversitedeki rektörleri bu sistem atayabiliyorsa tek başına, herkesi atayabiliyorsa, Bakanlar Kurulu’nu toplayıp, ‘Yasa tasarısı yapın, yasa geçirin’ diyebiliyorsa ben yanlış söylüyorum demektir. Her şeyden önemlisi Obama ABD’nin Senatosunda ya da Temsilciler Meclisi’nde görevli olan 535 kişinin çoğunluğu bırak 150 tanesini ‘Ben atadım bunları’ deme yetkisi varsa ben yanlış söylüyorum.

Burhan Kuzu da şöyle diyor: ‘Efendim kuvvetler ayrılsın diye bunu istiyoruz. Yasama organına üye olanlar diğer kuvvetler organına üye olamayacak.’ Sevgili Burhan ayrılığı sağlayan bu mu? Hayır. Ayrılığı sağlayan o kişinin onları atama yetkisinin, belirleme yetkisinin olmaması. Partisine ‘Ben partinin başkanıyım’ deyip bütün milletvekili listelerini ayarlama imkanının olmaması. Bu kadar basit.

 

“UTANÇ VERİCİ BİR SÖZ”

-Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda dokunulmazlıklar başlığındaki tavrınızdan dolayı çok eleştirildiniz. Bugün baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa ciddi bir iş. O yüzden böyle halk istiyor ben istiyorum öbürü istiyor diye bir şey yok. Anayasa yaparken biz oturduk dokunulmazlık konusunda. CHP’de benim iki arkadaşım vardı bir de öbür partilerin temsilcileri. Dediler ki dokunulmazlıkları meclis çoğunluğuyla kaldıralım. Ben olmaz dedim. Eee biz anlaştık dediler. Olmaz dedim. Neden? Çünkü, eğer meclis çoğunluğuna bunları kaldırma yetkisi verirsen birininkini kaldırır diğerini kaldırmaz. Hatta örneğini verdim, dedim ki: ‘O zaman Gezi Parkı olaylarında TOMA’nın önüne Emine Ülker Tarhan, Dilek Akagün Yılmaz, İzzet Çetin oturmuşlardı. Onları terör örgütü mensubu diye dokunulmazlığı kaldırıp içeri atarlar, başka bir yerde lafın gelişi başka bir partinin milletvekili hırsızlık yapar, yakalanır içeri atmazlar.’ Daha o zaman 17 Aralık olmamıştı.

Şu dokunulmazlıklar Türkiye’nin önüne geldiğinde CHP dahil kimse anlayamadı mı şunu: Terörist mi var milletvekillerinde, onun yasama dokunulmazlığını kaldırmak için engel var mı? Anayasa değişikliği yapmana bile gerek yok. Daha basit o gün gelenlerin çoğunluğuyla kaldırıyorsun. Çok mu zordu. ‘Ahmet, Ayşe, Hüseyin, Fatma siz terörle işbirliği yapıyorsunuz hepinizin dokunulmazlığını kaldırdık’ demek. Bunu yapmak yerine dokunulmazlık olmasın dediler. Bizler de kendi yerimizde ‘aman bunu yapmayın AKP bunu istiyor’ dedik. MHP ‘yapalım’ dedi açıktan ama CHP? Bülent Tezcan çıktı ‘Anayasa’ya yüzde 100 aykırı ama biz kabul edeceğiz’ dedi. Şimdi hukuk açısından bu utanç verici bir söz. ‘Ben inanıyorum, kaldıracağım’ demek ayrı, ‘Anayasa’ya aykırı ama biz kaldıracağız’ demek ayrı. İnsanlar alınınca Kılıçdaroğlu da ‘Seçimle gelen seçimle gitmeli’ dedi. Anaysa değişikliği yapılırken de ‘Beni alacaklar onun için yapıyorlar, razıyım’ dedi. Demek ki onu almayacaklarmış. Yasanın bir telafisi vardır ama Anayasa’yı dur bakalım şimdi laf etmesinler diye yaparsan bunun telafisi yoktur.

-‘CHP’den biri de başkan seçilir neden karşılar’ deniyor?

Başbakan bu olursa Cumhurbaşkanı bu olursa diye Anayasa yapılmaz. Anayasa’da bütün yetkileri tek elde toplayamazsın. Efendim başa geçecek olan bizim adam olacak? Olmaz. Başka türlüsü yapılamaz mı? Yapılır. Adına ne dersen de. Başkanlık de en büyük başkanlık de ama yasamada partisiyle ilişiğini kes, partisi aracılığıyla milletvekili belirleme yetkisi olmasın. Hakimlerin hiçbirini atattırma. Dolayısıyla yürütmeden hiç korkma, yargının denetimi altında yasamanın denetimi altında hiçbir şey yapamaz. İstenen bu değil ama.

Biz Anayasa yaparken bir şeyle karşı karşıya kaldık. O zamanki tavrımızın ne kadar doğru olduğu çıktı ortaya. HSYK’yı oluşturacağız. HDP, MHP, AKP ve CHP’nin de 2 üyesi dediler ki ‘Adalet Bakanı HSYK’da başkan kalsın. Ama her karara katılmasın.’ Ben olmaz dedim. Başkan dediğin anda oradaki üyeler ona bağlıdır. Ne dediler bana 5. parti, anlaşmıyor, uzlaşmıyor, bozuyor, Genel Başkanı’na karşı koyuyor. Ben de ‘HSYK’nın başkanının Adalet Bakanı olduğu bir metnin altında ne imzam var ne de olabileceğiz yönünde imzam var. CHP’nin böyle bir şey isteyebileceğini düşünmüyorum. İstemez de zaten’ dedim. Ne oldu? Adalet Bakanı başkan olduğunda HSYK 3 kez sil baştan oldu. Hatta bu arada Yetmez Ama Evetçiler, Osman Can’lar, Orhan Gazi Ertekin’ler, Mithat Sancar’lar ‘Ne var canım bugün onlar iktidar, yarın siz olmayacak mısınız?’ diyordu. Bak ne oldu? Benim dediğim doğru çıktı. Benim adamım burada olsun ya da olmasın olmaz. Anayasa nesilleri bağlayacak bir iştir, yarın değiştiririm diyemezsiniz.

“FRANSA’NIN VERDİĞİ KARAR…”

-Cumhurbaşkanı’nın yasama üzerindeki hakimiyetini kırmak için partisiyle ilişiğini kesmek yeterli mi?

Dünyada bulunan tek yöntem budur. Tek! Neden? Çünkü kanun teklifinde bulunamıyor. ’Olur mu ya bir tane milletvekili bulur kendi atadığı ona verdirir’ denilebilir. Dolayısıyla bağımlılığı kesen bir tek şey şudur. O milletvekili listelerinde onun imzasının olmamasıdır. Obama’nın elinde o partinin listesini belirleme yetkisi yok. Olsaydı orası da diktatörlüğe dönüşürdü. Putin daha az demokratik çünkü o listeleri oluşturma imkanı var.

-Gerçekten partisiyle ilişiği kesildiğinde partisinden tamamen kopmuş mu oluyor?

Bu da cevabı da doğru olmayan gerçek dışı bir sorudur. Tabi ki partisinden koptu falan demiyoruz ama bu listelerde imzası olmazsa merak etme bir zaman sonra gerçek yetkili parti başkanı onu o kadar karıştırmaz. Turgut Özal Cumhurbaşkanı oldu bir yıl 18 Türk büyüğünü aradı aradı aradı en sonunda sözünden hiç çıkmayacağını düşündüğü Yıldırım Akbulut’u buldu. 6 ay sonra partiden içeri giremedi. ‘Vazgeçtim ben geri döneceğim’ dedi.

Yeni döneme gelelim. Cumhurbaşkanı oldu Recep Tayyip Erdoğan ‘Arkadaşımız Ahmet Davutoğlu’dur’ dedi. Koydu oraya 3 ay sonra Ankara Emniyet Müdürü’nü atayamadılar. O yüzden şimdi eğer bu Demokles’in kılıcı gibi Binali Yıldırım’ın da üstünde olmasa ‘Getiriyorum başkanlık sistemini alacağım seni görevden’ deme şansı olmasa emin ol 1 sene sonra Yıldırım da der ki ‘Sayın Cumhurbaşkanım lütfen 200 milletvekilinin 100’ü sizin’ der. Bu insanın doğasında var. Dolayısıyla bu yetki olmaz. ‘Hayır ben partimi bırakmayacağım. Partili Cumhurbaşkanı yazın oraya’ diyorlar. O zaman Cumhurbaşkanı, devletin tarafsız başkanı olarak diğer yetkileri kullanma, sen partilisin. Fransa’da RTÜK benzeri bir kurum var. Onlar ciddi bir ülke olduğundan 2006 yılında Cumhurbaşkanı’na dediler ki ‘Bir dakika Sayın Cumhurbaşkanı iktidar partisine -ki ilişiği yok- mensup olduğundan konuşma süren onlarla birleşir’ dediler. ‘Eğer muhalefetten oraya seçildiysen orayla birleşir’ dediler. Aynı bizde olduğu gibi, ‘Sen partimi bıraktım demekle bırakmış olamazsın ki. Dolayısıyla aynı dünya görüşünde sözlerini söyleyeceksin.

2010’daki gibi hatta daha da beter koşullarda OHAL’de var malum Anayasayı referanduma sunacağız. Ve günde 23 saat iktidar veya biri konuşacak, 1 saat de muhalefet konuşacak. Ve biz referandum oylaması yaptık diyeceğiz. Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıf öğrencilerine sor bu şekilde olacak bir sisteme de referanduma da ‘Evet bu referandumdur, halk iradesini koymuştur’ diyebileceklerin sayısı yüzde 10’u aşarsa ben yanlış söyledim demektir.

“BUGÜNKÜ DURUMUN TARTIŞILMASINA İZİN VERMEMEK İÇİN…”

-15 Temmuz’dan sonra MHP’nin bir makas değişimi var. Bahçeli sistemin kaosta olduğunu iddia ediyor. Gerçekten bir kaos var mı? Varsa bunu aşmanın yolu Bahçeli’nin dediği gibi yeni anayasa yapalım mı olur?

Cumhurbaşkanı ilk seçildiğinde başkanlık sistemi deniliyordu, 15 Temmuz’un sonunda da bir kaos vardı. 15 Temmuz’dan, OHAL’den sonra da bu tartışma bir daha gelmeyecek diye bitti. Zaten OHAL’in varlığı da bu tartışmayı anlamsız kıldığı için başkanlık tartışması gündemde değildi. Bahçeli’nin açıklamayı yaptığı gün net söyledim; Hiçbir konuşma boş yere yapılmaz. Bahçeli Erdoğan’la anlaşmış, bu sistem getirilecek dedim. Zaten kaosun 15 Temmuz’dan sonra OHAL içerisinde sıkıntıları ortadan kalkmıştı. Birincil önceliği gitmişti. Kaç bin kişi gitti, mahkeme kararı olmadan bunlar yapılabilir mi? Bugünkü durumun tartışılmasına izin vermemek üzere ikinci bir aşamaya geçelim dedi sayın Bahçeli.

Sayın Bahçeli kesinlikle bir şekilde bitmiş bir tartışmayı çözmek için getirmedi, herkes buna cevap vermişti zaten. Varsayalım ki bu meclisten geçmedi. MHP’de hayır verdi, 330’u bile almadı. Nolacak yani Cumhurbaşkanı şöyle mi diyecek ‘Çok özür dilerim, ben yanılmışım, tekrar gerçek Cumhurbaşkanlığı’na döneyim. Yıldırım bey bana ilişmeyin hiç benim sizle alakam kalmadı’ mı diyecek. Diyelim referanduma gitti bu koşullarda mümkün değil de, oldu diyelim yüzde 55 hayır dedi. Cumhurbaşkanı demek istemiyorlar ben eski sisteme mi döneyim diyecek? Denklemin sıfır olmadığı, ister evet, ister hayır çıksın her sonuçta Cumhurbaşkanı’nın istediğini yaptığı bir referandum olur mu? Dünyada örneği var mı? Neden o zaman halka gidelim diyor? Bahçeli şuna inanıyorsa Cumhurbaşkanı yanlış yaptığını anlar, görevine çekilir ya da istifa eder diye düşünüyorsa ben yanılmışım derim.

-Bugün MHP’ye giden taslaklardan çoğu siz komisyondayken tartışıldı. Belki şimdi ufak değişiklikler söz konusu olabilir. O gün MHP’nin tavrı neydi?

Başkanlık sistemi fikrine karşıydılar. Ama kuvvetlerin birbirinden ayrı olması zorunluluğunu çok ön plana aldıklarını tahmin etmiyorum. Çünkü Adalet Bakanı’nın HSYK’ya Başkan olmasını istediler.

Kesinlikle başkanlık sistemini o dönem kabul etmiyorlardı, en ufak bir rıza göstermediler. 2 sene beraber çalıştık. Ben içleri rahat olarak partili Cumhurbaşkanlığı veya AKP sistemine uygun davranacaklarını düşünmüyorum. Düşünmek de istemiyorum.

MHP geleneklerine bağlıdır. Osmanlı’dan beri padişahlar bir tarafın adamı değildir. O yüzden ‘Ben tebaamın Müslümanını camide Yahudisini havrada Hıristiyanını kilisede eşit kabul ederim’ demişlerdir. Çünkü bir tarafın padişahı olmaz, bütün Osmanlı’nın padişahı olur. Cumhurbaşkanının ben bir partinin cumhurbaşkanıyım, partimle ilişkimi koparmam şeklindeki ortaya koyacağı sisteme sadece bunun hukuktaki adı diktatörlük olacağı için değil, Osmanlıdan beri gelen başkan, devlet başkanı, cumhurun başkanı anlayışına, herkesi kapsayan anlayışın tamamen dışında olacağını bilir, bilmesi gerekir. O yüzden ben sıcak davranacaklarını tahmin etmiyorum.

-Başkanlık tartışmalarında sürekli Özal referansı var. Özal’ın isteğiyle şimdiki taslak arasında benzerlik var mı?

Özal o zaman bir taslak sunmamıştı. Bunu bir belirtelim. Sadece tartışmaya açtı. Fakat Özal’ın aklında olanı yanında olanlardan duyduğum kadarıyla hep ABD tipi bir sistemdi. Zaten o dönemde hukukçular o sistemin ABD’de uygulanıp başka ülkelerde uygulanamamasının nedenlerini tartıştı. İlk defa AKP zamanında Başkanlık taslağı getirildi. Getirdikleri taslak başkanlık sistemiyle alakası olmayan bir taslaktı. Padişahlık taslağıydı.

Şunu söylemek de fayda var: Başkanlık sistemine karşı olmamızın nedeni adı Başkanlık olduğu için değil. Recep Tayyip Erdoğan Başkan olmasın diye de değil. Sistemi kurgulamada sıkıntı olacağı için.

“HANGİ YETKİYİ KULLANACAK DAHA”

-Mevcut bir anayasamız var. Cumhurbaşkanının yetkileri sıralanıyor. Cumhurbaşkanının yetkilerini aştığı iddiaları var. Bunun bir yaptırımı, denetimi bir frenlemesi yok mu?

Anayasa Hukuku’na eskiden biz siyasal bir hukuk derdik. Maalesef Anayasa Hukuku devletin işleyişiyle ilgili kuralları içerdiği için denetimsizdi. ‘Kanunlar Anayasa’ya uygun olur’ diye yazardı mesela ama ya olmazsa? ‘Cumhurbaşkanları tarafsız olur’ derdi ama ya olmazsa? İkinci Dünya Savaşı’na kadar Anayasa Hukuku’nun hiç denetimi yoktu. O yüzden siyasaldı. 2. Dünya Savaşı’ndaki Almanya ve İtalya’daki o korkunçlukları gördükten sonra şöyle dediler; Anayasa Hukuku’nu hukuksallaştıralım, siyasal olmaktan çıkaralım. İşlemleri denetlettirelim, Cumhurbaşkanının da, yasamanın da işleyişini denetleyelim dediler. Bizde 61 Anayasası’na da 81 Anayasası’na da bunu getirmişti. Birincisi bunu yargı organı denetleyecek.

Ama 2010 değişikliğinde bilinçli bir hata yapıldı. Anayasa’yı siyasal olmaktan kurtacak Anayasa Mahkemesi siyasallaştırılma yoluna gidildi. Siyaset atasın bunları denildi. O zaman yapmayın 17 üyeden 14 tanesinin atama yetkisini veriyorsun doğrudan. Yapmayın siyasallaşacak dedik. Çok iyi olacak dediler.

Şimdi Cumhurbaşkanı’nın yetkileri bugün yapılanlar mı? Turgut Özal da söylerdi bunları. Yanlış söylüyorlar. Bizim Anayasa’mız açık çek falan vermiyor. Yapacağı işlemler yazıyor. O işlemlere baktığın zaman, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak dışında hiçbiri doğrudan ona siyasi sorumluluk doğuracak işlemler değil. Onun dışında Başbakanı atamak bile en çok oyu alanı atamak zorunda. Kararnameleri imzalamak, Bakanlar Kurulu’nun yaptığı kararnameyi imzalamak. Kanunları geri çevirmek, yapılmış olanı bir kere geri çevirip, tekrar gelirse dönmemek. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına katılmak, tek başına karar almak değil. Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplamak, gerekli gördüğü halde. Her şeye tek başına karar verecek anlamında değil. Bizdeyse bu yetkilerin dışında, yazılı olanın dışında bir takım yetkileri varmış gibi kullanılıyor.

Her şeyi bırak Anayasa’da açıkça partisiyle ilişiği kesilir diyor, partisinin kongresine katılıyor, yeni başkanını belirliyor, olmaz. Yetkilerinin dışında. Ama bunun denetimi maalesef yok. Sadece vatana ihanet var. Ama o da mecliste 4’te 3 bulmak gerek. Bugün için zaten kurtulunulmak istenen şeylerden biri de o. Örneğin Mesut Yılmaz bir takım şeylerden sonra suçlanmıştı. O sırada güçlü olduğu için bir şey yapılamadı. 2002’den sonra -gerçi hukuka uygun olmadığını düşünüyorum ama- Yüce Divan işletildi onun için. İleride de bugünkü Başbakan, bakanlar, Cumhurbaşkanı için işletebilirler Anayasa’nın bazı hükümlerini aştığı için. Getirilmek istenen değişiklik onu da çözmek için. Şu anda Cumhurbaşkanı’na bir yetki katacağı falan yok. Zaten yapıyor. Yargıçları Anayasa’ya göre atıyor. Beğenmezse Adalet Bakanı’na değiştir bunları diyor 3 defa değiştiriliyor. 5 sene içinde 3 defa ya. Dünyada örneği yok. Milletvekillerini atıyor, Başbakanı beğenmezse sen çekil öbürü gelsin diyor. Hangi yetkiyi kullanacak daha? Ben temsil ediyorum diyor gidiyor.

“AYM’NİN KARARI UTANÇ VERİCİDİR”

-Taslağa göre Yüce Divan’a gönderilmek için meclisteki milletvekillerinin 413’sinin oyu lazım. Farzedelim ki Yüce Divan’lık bir durum oldu ve diyelim ki bu rakama ulaşıldı, yine taslağa göre Anayasa Mahkemesi’ndeki üyelerin yarısını Yüce Divan’a gönderilecek kişi atayacak. Burada nasıl bir yargılama olabilir?

Bunun olan örneği var. Anayasa Mahkemesi’nin son OHAL KHK’leri hakkında verdiği kararı örnek vereceğim. Bir Anayasa Hukukçusu olarak net söylüyorum bana göre utanç verici bir karar. Çünkü OHAL Temel Hak ve Özgürlükler açısından denetimin en fazla olması gereken bir dönemdir. OHAL KHK’lerinin bir özelliği vardı. Diyordu ki Temel Hak ve Özgürlükleri belirli haklar dışında sınırlayabilir ve Anayasa Mahkemesi’ne dava açılamaz hatta kanunda itiraz yoluyla da getirilemez hükmü vardı. Bunu kaldırdılar. Demek ki itiraz yoluyla getirilebilir.

Anayasa Mahkemesi 1991 yılında çok önemli bir şey yaptı. Dedi ki mahkeme ‘Evet ben KHK’leri OHAL’de denetleyemem ancak OHAL KHK’lerinin nasıl olacağı Anayasa’da açık. Belirli zamanda, süre içerisinde yapılacak. OHAL ilan edilen bölgelerin dışına taşamayacak. Durumun gerektirdiği ölçüye göre olacak. Hangi durum için OHAL ilan ettiysen o durumun gerektiğine göre yapacaksın.’ Harika bir içtihat geliştirdi mahkeme ‘Eğer ölçülü değilse, süreyle ve bölgeyle sınırlı değilse o zaman bu OHAL KHK’si değildir onları denetleyebilirim’ dedi. Çok güzel bir karardı ve yıllar boyunca devam ettirdi bu kararını. Geldik şimdiye, bütün üyelerini Cumhurbaşkanı atadığı mahkemeye OHAL’le ilgili başvuruda bulunuldu. Arkadan Anayasa Mahkemesi Başkanı’yla 3 saate yakın bir görüşme gerçekleştirdi. 3 saat Anayasa Mahkemesi Başkanı’yla Cumhurbaşkanı ne görüşebilir? Herhalde hanım nasıl, çoluk çocuk nasıl demeyecek. Bu olaylar hakkında konuştu. Anayasa Mahkemesi geldi sonra neredeyse 30 yıllık içtihatını değiştirdi ve dedi ki ‘Evet Anayasa Mahkemesi daha önce bu kararları verdi. OHAL KHK’leri Anayasa’daki kurallara göre alınmak zorundadır. Anayasadaki hükümlere uyularak yapılmak zorundadır. Ama ben denetlemem’ diyor. Hiç çekinmeden şöyle de yazıyor ‘Türkiye bir hukuk devletidir. Eski mahkeme de söylemiş ben de aynı kanaatteyim ama ben denetlemem’ bütün o 30 yıllık içtihatı değiştirerek. Şimdi bunu ben kötü hukukçu olduklarına yoramam. Demek ki etki altında bu kararı veriyorlar. Bu kararı veren insanlar Cumhurbaşkanı’nı yargılayabilir mi? Yargılayamaz, yargılamaz!

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Ulaştırma Bakanı’nın üçlü kararnamesi ortada. Anayasa Mahkemesi’ne adam atanamıyordu. Üçlü kararnameyle, Başbakan Erdoğan, Ulaştırma Bakanı Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Gül üçlü imzayla Ulaştırma Bakanlığı’na Müsteşar Yardımcısı yaptılar adamı. Bir ay orada tutuldu sonra Gül’ün imzasıyla Anayasa Mahkemesine atadılar.

Bir şey olsa Cumhurbaşkanı’nın partisi iktidardan düşse aynı insanlar tam tersine karar verir. ‘Zaten bu neydi baskı da yapmıştı’ diyebilirler. Görmüyor musunuz şimdi o dönemki HSYK kararını alan FETÖcüler şimdi itirafçı oldular. Biz bunları da yaptık diyorlar. Şimdiki Anayasa Mahkemesi üyeleri de daha sonra biz Cumhurbaşkanı’nı yargılayalım diyebilirler ama benim için ilke önemli. Dolayısıyla benim baskı yapabildiğim, kendim atadığım insanların beni yargılaması makul değil. O yüzden ABD’de Clinton başkanken halka yalan söyledi diye yargılanırken hiç kimse ‘Milli iradeye karşı mı geliyorsunuz siz’ diyemedi. Ayrıca gibi Clinton da ‘Ben bunları atamadım ki’ diye korktu.

-ABD’de yargıçları Başkan atıyor diyorlar, doğru mu?

Şehir efsanesi bu. Hayır, öneriyor. Atamayı senato yapıyor. En güçlü başkanlardan biri Reagan’dı. O birini atamak istedi. Kendi partisinin üyeleri yani Cumhuriyetçiler bile hayır dedi atayamadı. Oğul Bush kendi kabinesinde hukuk bürosunda çalışan baş avukatı atamak istedi. Hayır dedi senato. Şimdi bize gelip ‘Orada da atıyor, bizde de atasın’ dediklerinde bir şehir efsanesini anlatıyorlar.

“BU YALAN BİR SİSTEM”

-Getirilmek istenilen sistemde Başbakan olmayacağı söyleniyor. Her şeyi Başkan yapacak. Böyle bir sistem var mı dünya üzerinde?

Hayır, yok! Böyle bir sistem olmadığını herkes biliyor. Şimdi duruma göre bir Başkan atayalım Başbakan da olmasın, olmadı adına Cumhurbaşkanı da deriz. Ha güzel söyledik, o zaman Başkanlık sistemi yapmadık. Palavra! Yeni öğrendim bunu da bir araştırma şirketi araştırma yapmış diyor ki ‘Başkanlık sistemi deyince insanlar beğenmiyor ama Cumhurbaşkanlığı deyince beğeniyorlar. Şimdi Cumhurbaşkanlığı sistemi demişler. Esasa bak sen bu hangi sisteme giriyor? Bu kuvvetlerin durumu ne? İç içe mi değil mi? İç içeyse diktatörlük denir. Bizde olur olmaz ayrı mesele. Hem parti aracılığıyla ben yasamaya hakim olacağım, hem yargıya atama yapacağım hem de yürütme benim elimde olacak. Bu yalan bir sistem. Onun için ben diyorum Başkanlık sistemi mi getirmek istiyorsunuz, amacınız da diktatör yapalım, padişah yapalım değil mi? O zaman gelin kuvvetleri ayıralım. Yürütmenin tamamına başkan diyelim. İsterse kendine bakan atar isterse atamaz diyelim. Yargı ayrı olur diyelim yasama da ayrı olur diyelim. Dar bölgeyle seçilsin diyelim. Her şeyi ben seçeyim dersen olmaz. Adına ne dersen de olmaz!

-Aynı zamanda akademisyensiniz. Rektör seçimleri kaldırıldı, Cumhurbaşkanı istediği kişiyi Rektör olarak atayabilecek. Yeni pakette de böyle. Bu akademiyi nasıl etkiler?

Bir kere sistem olarak baktığında bunun hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum. OHAL demek bir tehlike var bir şey oldu, ya bir doğal afet olacak ya bir ekonomik kriz olacak ya da şiddet olayları olacak. OHAL dünyanın her yerinden bunun için vardır. Temel Hak ve Özgürlükleri belirli sınırların üstünde sınırlayabilme böylecece kendine bir koruma alanı yaratmak ister devlet OHAL budur. Bunun için de Anayasa açıkça yazıyor 121. maddesinde. Bu OHAL KHK’leriyle nelerin yapılabileceği, hangi yetkililerin hangi yetkileri kullanacağı yazıyor. Şimdi sen o çerçevede Anayasa’dan kaynaklanarak istediğini yaparsın. O çerçevede insanları gözaltına almak var, gözaltı süresini uzatmak var, toplantı gösteri yürüyüşleri erteleme var, dernekleri geçici olarak kapatabilmek var. Çalışma yükümlülüğü getirmek var. Ama askeri okulları kapattım, rektörleri ben atayacağım, komutanları da ben atayacağım, denetimi de yok bunların ben yaptım demek ne bu Anayasa’ya ne hukuka ne de dünyadaki uygulamalara uygun değil. Böyle bir şey yok. Olsa Anayasa şöyle derdi: OHAL yazardı gerisini boş bırakıp bunun içini zaten OHAL KHK’leriyle dolduracaksınız derdi ama öyle bir şey de yok.

Bence rektör atamak da hukuki değil. Biz cumhurbaşkanı seçiyoruz. Cumhurbaşkanı her şeyi bilen biri değil ya. Eski zamanlardaki tanrıyı temsil ettiği, kiliseyi temsil ettiği söylenen krallara söylenen bir şey. Osmanlı’da bile padişah her şeyi bilmiyor. En güçlü zamanında bile yargılamalara bile ben bakayım kadıları ben atayayım demiyor.

“MAHKEME 100 BİN KİŞİ ORAYA NASIL GELDİ DİYE SORACAK”

-AİHM Türkiye’yle ilgili verdiği bir kararında ‘medeni ölü’ tanımını kullanmıştı. Hukukçular 15 Temmuz’dan itibaren yeni binlerce medeni ölü yaratıldığını söylüyor. Bu insanlar AİHM’e giderse Türkiye ne ile karşı karşıya kalır?

AİHM’e de anlatmazsın kimseye de anlatamazsın. 15 Temmuz oldu… Teröristlerle mücadele edeceksin tabi ki ama terörü destekliyor diye yüz bin kişiyi işinden atıyorsun, 4500 yargıçı işinden atıyorsun. Bir kere mahkeme şunu soracaktır: 100 bin kişi oraya nasıl geldi? ‘Biz atadık’ diyecekler. 3, 5, 100 olsa anlatırsın ama 100 bin kişiyi nasıl anlatacaksın. Ne diyeceksin ‘Ben yoktum gelmişler silah zoruyla oturmuşlar, bak işe’ mi diyeceksin? Mahkeme ‘Ne yaptı bunlar, belgeleri göster’ diyecek. ‘Belge göstermeye gerek yok biz böyle düşünüyoruz’ mu diyecekler? Ceza sorumluluğu şahsidir. Tek tek belgesini vereceksin.

O yüzden ben çok sayıda dava açılacağını düşünüyorum. Sadece tutuklananlar değil. Askeri okuldan atılanlar, askeri okulla ilişiği kesilenler, kapatıldığı için bir sürü çocuk var diplomasını almış beklerken, asker olmayacak denilen. Bu insanlar AYM’ye başvuracaklar oradan AİHM’e. AİHM şu an verdiği kararda önce iç yargı yollarını tüket diyor. Eğer AYM beni ilgilendirmez bunlar derse, AİHM başka bir karar verir ve ben doğrudan bakıyorum Türkiye’de etkin yargı yolu yoktur diyebilir.

Türkiye’de biz ‘Ne hukuku biz Türk hukuku yaratıyoruz size mi kaldı’ diyebiliriz. Ama bu bizi hukuk bazında ciddi sıkıntıya sokacak sonuçlar doğurur.

Bakın burada anlattıklarımız bile bütün yetkilerin tek elde toplanmamasının ne kadar önemli olduğu göstermek açısından da mühim. MHP’liler, CHP’liler hepsi düşünsün bunları. En sevdiğimiz kişiye bile bütün yetkiyi verdiğimizde onun bir yanılgısı 100 binleri etkiliyor. Kötü niyetli olsa daha da beter…

Sami Menteş
Odatv.com

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.