anadoluverumelimedya.com

AKP kurucularından Fatma Bostan Ünsal: İmam hatip dayatması insan hakları ihlalidir

MELTEM YILMAZ  / Birgün

Reklam alanı

AKP’nin kurucu isimlerinden, Muş Alparslan Üniversitesi’nden ihraç edilen Prof. Fatma Bostan Ünsal, bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu oldu. AKP’nin en büyük hatasının, iktidardan düşmesinin o ülke için beka sorunu oluşturacağı algısı yaratmak olduğuna dikkat çeken Bostan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yasal olarak kurulmuş hiçbir partinin başka partilere meşruiyet açısından bir önceliği, üstünlüğü olmamalıdır. Bu temel ilke olmadan demokratik bir yönetim mümkün olmaz. Bu ilkeye göre partilerin bir kısmı vatanperver başkaları hain değildir.”
Ceylan Önkol Parkı’nın isminin değiştirilmesi örneğinde olduğu gibi, Türkiye’nin çocuklar üzerinden acıları yarıştıracak seviyeye gelmesini eleştiren Ünsal, “Masum çocuklarının mateminde ortaklaşamayan bir toplum nasıl olabilir?” sorusunu yöneltti. Yanı sıra, eğitimdeki imam hatip dayatmasının ciddi bir insan hakları ihlali olduğuna dikkat çeken Bostan, “Daha önce şortlu bir kadına saldırı olduğu gibi dün de başörtülü bir kadına saldırı olduğunu okudum. Bu tür olaylar aslında Türkiye siyasetini çıkmakta olduğu kimlik siyasetine geri döndürme konusunda kullanılacak eşsiz materyaller” ifadelerini kullandı.

»AKP’nin kurucularından olmanıza rağmen partiden ihraç edilen bir isimsiniz. Bugün ülkeyi ancak OHAL ile yönetebilir hale gelen bir partinin size göre en kritik yanlışları, en önemli kırılmaları nelerdir?
Demokratik yönetimin ön şartları arasında iktidarın seçimlerle farklı partiler arasında el değiştirmesinin herkes başta yönetenler tarafından normal kabul edilmesi gerekir. Yani, hiçbir partinin iktidardan düşmesi o ülkenin için beka sorunu oluşturmamalıdır. Yasal olarak kurulmuş hiçbir partinin başka partilere meşruiyet açısından bir önceliği, üstünlüğü olmamalıdır. Bu temel ilke olmadan demokratik bir yönetim mümkün olmaz. Tabii başka kriterler de vardır ama bu farklı grupların birbirleriyle eşit meşruiyet içinde yarışabilmesi için gerekli ilkelerdir. Yani bu ilkeye göre partilerin bir kısmı vatanperver başkaları hain değildir.

Türkiye’de bu ön şart çok kere resmi kurumlarca ciddi anlamda ihlal edildi. Nizam Partisi’nden Fazilet Partisine kadar Anayasa Mahkemesi ile kapatılan rahmetli Necmettin Erbakan ve çevresinin kurduğu partiler veya DEP’den HDP’ye kadar yine pek çok kez kapatılan Kürt siyasal hareketini temsil eden partiler şimdi ise partileri kapatılmayan ama bu partiye mensup seçilmiş belediye başkanları hapiste olan ve Anayasal olarak sahip oldukları Meclis dokunulmazlığı ihlal edilerek milletvekillerin hapsedilmesi eşit muşruiyete sahip partiler olarak görülmemesine örnektir.

»Bugün? Ve bu durumun topluma yansıması nasıl gerçekleşiyor?
Bugün ise temel ilke yönetenlerin aktif çabasıyla halkın en azından önemli bir kesiminde ciddi anlamda unutulmuş gözüküyor. O yüzden son derece tabii karşılanması gereken herhangi bir muhalefet sadece yönetenler tarafından değil sıradan bir kısım halk tarafından bile ihanet olarak değerlendirilebiliyor. Demokrasinin bu ön şartını hatırlamak, yaygın şekilde kabulünü sağlamak ve bunu teminat altına alacak mekanizmaları kurmak birincil önemdedir. Bu olmadığı taktirde toplumda siyasi rekabet olağan bir siyasi bir yarış değil vatanperverler ile hainler arasında bir savaş/yarış gibi telakki ediliyor; rasyonel zeminde sorunların ve alternatif çözüm yollarının tartışılıp bulunması engellenmiş oluyor.

»Böyle bir ortamda MTV vergisinin yüzde 40 zamlanmasının bile ne anlama geldiği algılanamıyor, her şey son derece bağlamından kopmuş durumunda…
Evet, bu ortamda en dar gelirli insanları ciddi anlamda zora sokan MTV vergisinin yüzde 40 arttırılması bile önemi sayılabilecek bir kesim tarafından “beka sorunu”na karşı savunulabilir oluyor. Demokratik rejimlerdeki devlet başkanlarının üst üste ancak iki kez seçilmesi gibi pek çok anayasal sınırlamalar, bu vazgeçilmez iyilerin ortaya çıkmasını engelleyecek garantilerdir ama bu garantilerin bizde pek çok kez aşılmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Bu çerçevede bence AK Parti’nin en büyük yanlışı, bu temel ilkeyi ihlal edecek şekilde hem resmi kurumların harekete geçirilmesi hem de halkın bu şekilde yönlendirilmesidir. Bunu engelleyecek sigortalar olan basın özgürlüğü, yargı teminatı ve bir araya gelme özgürlüğünün bu olağanüstü hal döneminde ortadan kaldırılmasıdır. Sonuçta aynı anda aynı “bir tek” kişinin istisnai iyi veya kötü olduğuna inanılan bir toplum ortaya çıkmıştır. Bu ortam demokratik işleyişe uygun bir ortam değildir.

Çocukların mateminde birleşmeyen bir toplum
»Laikliği ve solu temizleme, devleti tek bacak üzerine oturtma hazırlıkları ile birlikte tek adam rejimi oluşurken bizi ne bekliyor?

Bu konuda kötümser değilim. Türkiye toplumunun beka sorunu çerçevesinde sıkıştırılması pek çok geleneksel siyasi tavırları değiştirmiştir. Bildiğiniz gibi Türkiye’de yüzde 65-70 sağ muhafazakar yüzde 30 sol Kemalist tavır içindeydi. 2010 Anayasa değişikliğinde, klasik sağ olarak tanımlanan MHP karşı tarafta olmasına rağmen AK Parti yüzde 65 oranında bir evet almıştı. Nisan Anayasa değişikliği için MHP, AK Parti’nin yanında olmasına rağmen tartışmalı yüzde 50’yi ancak alabilmiştir. Bu bize toplumun ciddi anlamda siyasal tavır değişikliği içine girmeye başladığını göstermiştir. Tabii Türkiye’nin normalleşmesi için muhalefet partilerine de iş düşüyor, kimlik üzerinden siyaset yapmak hazır belirli yüzdeler sağladığı için kolay ve emin bir yol olarak görünebileceği için bundan uzak durmak gerçekten zor.

»Tüm bunların yanında, bana göre en korkutucu olan, gerek yönetenlerde gerek toplumda acıların çocuklar üzerinden yarıştırılır duruma gelmiş olması. Ceylan Önkol parkının adının Fırat Sımpil olarak değiştirilmesi ve bunun üzerinden yapılan tartışmalar kabul edilebilir mi?
Evet çok üzücü bir durum. İki çocuğumuz şiddetin mağduru olurken ve resmi söylemde tek toplum diyoruz ya bu çocuklarımıza aynı şekilde üzülemiyorsak ve bunu “tek” toplum olduğu iddiasında bulunanlar yapıyorsa açık bir çelişkidir. Masum çocuklarının mateminde ortaklaşamayan bir toplum nasıl olabilir? Dünyevi bir varlık olan devlet aygıtları hata yapabilir, bu hatanın örtülmek istenmesi daha büyük hata ve zulme sebep olabilir. O yüzden siyasi sorumluluk gereği doğrudan sebep olmasa da bir insanın ölümü gibi ciddi bir kayıp söz konusu olursa istifa etme geleneği oluşmuştur. Çünkü iktidarlar bu hataları kapatmak için daha ağır hatalar hatta suçlar işleyebilirler. İşte bunu engellemek için demokrasilerde teamül olarak “istifa” söz konusudur; bu tür hataların üstünü örtme ve suça sürüklenmemenin sigortası olarak. İslam dünyasındaki bireysel yaşamdaki “tövbe” ve Hıristiyan dünyadaki “günah çıkarma”nın toplumsal olanı diye düşünebiliriz. Ne yazık ki Kur’an’da aşırı bir vurgu olmasına rağmen “tövbe” ye yeterince önem vermiyoruz. Tövbe aslında bizim beşer olarak hataya açık olduğumuz, daimi bir surette kendimizi kontrol etmemiz ve eğer bir yanlışlık varsa hemen dönmemiz gerektiği hatırlatmasıdır.

İmam hatiplerin yaygınlaşması eğitimin kalitesini düşürüyor
»Türkiye, eğitim alanında uluslararası sıralamalarda hızla dibe vururken, sistem her yolun imam hatipe çıkması şeklinde düzenleniyor. Bu uygulama, muhafazakâr bir isim olarak, size doğru geliyor mu?
Ben normal liseden mezunum. Siyasal’da okurken hem Arapça öğrenmeye çalıştım hem de Hz. Peygamberin hayatı ve İslam Tarihi’ni öğrenmek üzere arkadaş grupları veya derslere devam etmeye çalıştım. O dönemde İmam Hatip okullarındaki hocalar öğrencilerini yetiştirmek için çok gayret ederdi. Benim okulumda hiçbir derste görmemiz gereken ders konularını bitiremezken arkadaşımın ders konularını bitirmiş olmasına şaşırırdım. Bu eksiklerimi lisede tamamlamış olmayı tercih ederdim. Ama dikkat edin bu durumun “tercih” ile olması gerekiyor. Herkesin istediği okula gidebilmesidir esas olan. Neredeyse bir inatlaşmaya girerek imam Hatip okullarına yönlendirmek, ailenin çocuğu için öngördüğü eğitimi tercih hakkını ciddi ölçüde engellediği için insan hakkı ihlalidir ayrıca büyük kaynak israfıdır. Çok sayıda meslek dersi hocası bu dersleri almak istemeyen öğrenci ve ailesi ile karşı karşıya kalmaktadır.

»Bu zorlama, eğitimin kalitesine nasıl yansıyor?
Eskiden aileler ve dolayısı ile çocuklar istekle bu dersleri almak isterken bu dönemde böyle bir isteği olmayan öğrenci ve veliler söz konusu. Ayrıca şimdi imam hatiplerin “normal lise olması” imam hatiplerdeki hocaların eskiden var olan gayretlerini de kaldırmış bulunuyor. İmam Hatiplerin yaygınlaşması ile murat edilenin tam tersi bir sonuç ortaya çıkıyor, Ve sonuçta çocuklarını imam hatiplere göndermeyi seçmiş olan veliler artık eğitim kalitesinden şikayet etmeye başlıyorlar. TEOG sınavlarında imam-hatiplerin başarısız okullar olduğu ifade edilmişti hatırlarsanız.

28 Şubat’ta karşılaştığımız uygulamalara benzer bir durumdan bahsetmek istiyorum. Nasıl 28 Şubatta imam hatipte okumuş olmak ömür boyu katsayı mağduriyetine yol açmışsa, ailesinin tercihi nedeniyle gençlere ömürleri boyunca üstesinden gelemeyecekleri bir engel konmuşsa bugün yine aileleri tarafından kapatılan Gülen Cemaatine mensup okullar ve dershanelere gönderilen veya bu grubun evlerinde kalan öğrenciler için olumsuz siciller söz konusudur. İş hayatına atılacak milyonlarca genç önceki eğitim hayatları nedeniyle sicillerinin bozulduğunu düşünmektedirler. 28 Şubattaki imam hatipler için uygulama ne kadar adaletsiz ise bu durum da o kadar adaletsizdir. Gençlerini böyle bir psikolojiye hiçbir toplum mahkûm edemez.

***

Gençlerin dinden beklentisi azaldı

»Bugünlerde muhafazakar camia, yeni neslin dine ilgisinin beklentilerin çok altında olması konusunda bir özeleştiriye girişmiş durumda. Siz ne düşünüyorsunuz?
Güç ve gücün insanlar üzerinde nasıl güçlü bir etkisi olduğunu ifade eden Batılı dünyanın çok öğretici “kral çıplak” hikayesinde kralın çıplak olduğunu gören ve söyleyebilen sadece “hesapsız” ve “masum” genç olabilmiştir. Hayatın en masum ve hesapsız dönemi olan gençlikte muhafazakar iktidarın yanlışlarını “beka kaygusu” ile görmezden gelinmemesi normaldir. Özgürlüğü ve adaleti vaz etmesine rağmen statükonun sınırlandırmasına hizmet eder şekilde dine başvurulması dinden beklentilerini azaltmış olabilir.

***

Türkiye kimlik siyasetine geri dönüyor

»Geçmişte başörtülü kadınların mağduriyetleri tartışılırken, bugün şortlu kadınlara atılan tekmeyi konuşuyoruz. Türkiye’de yaşam tarzına olan müdahale, sizin gözlemlerinize göre bugün hangi boyutta?
Evet daha önce şortlu bir kadına saldırı olduğu gibi dün de başörtülü bir kadına saldırı olduğunu okudum. Bu tür olaylar aslında Türkiye siyasetini çıkmakta olduğu kimlik siyasetine geri döndürme konusunda kullanılacak eşsiz materyaller. Bu vak’alara karşı gösterilecek tutum Türkiye’nin toplum olma kapasitesini gösterecektir. Başı açık olmak veya başı örtülü olmak müdahale edilebilir olmanın meşru gerekçesi olarak asla kabul edilemeyeceği her düzeyde ve eşit duyarlılıkta ifade edilmediği zaman hem bu olaylar artar hem de sayısal çoğunluk nedeniyle bu çoğunluğun kemikleşmesine yol açar.

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.