anadoluverumelimedya.com

Yarsav Başkanı Murat Arslan: Cemaat bahane, biat etmeyen tüm yargı üyeleri tasfiye ediliyor

Nurzen Amuran: Yargıtay ve Danıştay’ın yeniden yapılanması için bir yasa taslağı hazırlandığını duyduk. Bu taslak üzerinde konuşacağız. Eskiden TBMM’ye gelmeden önce bir yasa hazırlanırken hazırlanma aşamasında fikir alışverişleri olurdu. Bilim adamları ilgili kurumlar ve STK’lar kendi görüşlerini de ortaya koyarak katkıda bulunurlardı. Şimdi bu alışkanlıklar unutuldu değil mi?

Reklam alanı

Murat Arslan: Öncelikle tüm sürecin şeffaflıktan son derece uzak, kapalı kapılar ardında, kozmik odalarda kotarıldığını ifade etmeliyim. Bu kadar kapalılık, asgari hukuk devleti standardı ile uyuşmamaktadır. Yasa tasarıları, adeta bir savaş planı gizliliği içinde hazırlanıyor. Meclisteki son dakika yasa teklifleri de baskın tarzında. Bırakın düşünce sormayı, katılımcılığı, iktidar ne zaman isterse ve ne kadarını bilmemizi isterse o kadarını duyuruyor ve biz de medyaya yansıdığı kadarını biliyoruz. Parçaları birleştirme oyunu oynayarak bir iskelet çıkarıp, ana hat oluşturup üzerine kafa yoruyoruz. Kurumların, demokratik kitle örgütlerinin ya da yurttaşların kendilerini ilgilendiren yasalara ilişkin söz hakkı yok. Bizleri geçtik, yasa yapıcı organ olan parlamento bile etkisiz. Yani herhangi bir konuda süreç tamamlanana kadar ne bakanların ne milletvekillerinin ne de toplumun hiçbir şeyden haberi olmuyor. Saraydaki ya da sarayın gözetimi altındaki niteliğini bilmediğimiz dar bir kadro, temel talimatlara yasa formu oluşturuyor, daha çıkmadan yasaların uygulanma çerçevesi bile netleştiriliyor. Yasalar, idarenin hazırlık işlemlerine dönüşmüş durumda. Bu çakıştırma, idari tasarrufları yasa formu ile idari yargının denetiminden kaçırmaya dönük son derece bilinçli tercih. Özetle Sarayda meskûn dar bir kadronun icraatlarını biz ancak sonuçlanma aşamasında öğreniyoruz.

Danıştay ve Yargıtay’ın yapısını değiştirecek yasal hazırlıklar da şu anda böyle bir süreçten geçiyor. Bu taslakta neler var, siz neler öğrendiniz?

Kamuoyunu hazırlama ve hedef kurumları paralize etme amacıyla özellikle sızdırılan yasa taslağı siluetinin medyaya yansıyan gölgesinden anladığımız, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında yapılacak değişiklikle; üyeliklerin 12 yıllık süre ile sınırlandırılacağı, üye sayısının azaltılacağı ve geçici madde ile tüm üyelerin görevine son verilerek, bunlardan bir kısmının, HSYK ve Danıştay için de 1/4’ünün Cumhurbaşkanı tarafından yeniden atanacağı.

AKP iktidara geldiği günden bu yana reform adıyla yargının yapısını değiştiren yasal değişiklikler yaptı, aksaklıklar oldu sorunlar çıktı, beğenmedi yasal düzenlemeler sürekli değişim halinde. Neden bu kadar değişikliğe gereksinim duyuluyor?

Yaşanan gelişmeler; AKP iktidarının ya da daha doğru bir ifadeyle tek adam iradesinin, devlet yönetimini demokratik ve hukuk devleti bağlamından kopararak totalitarizme ve faşizme kaydırdığını, bunun gerçekleşmesi için de en büyük silahın yargı olduğunu, yargıyı iktidar savaşının bir aracına dönüştürdüğünü, hem siyaseti, hem kurumları, hem de toplumu yargı aracılığıyla yeniden kurgulamaya çalıştığını gösteriyor. Rejim dönüşümünde bu kadar önemli bir aparatın tam anlamıyla istenen kıvama gelmesi ve tam teslim olması için her türlü yolun denenmesi doğal. Başka türlü 2010’da Yargıtay’da 250 olan üye sayısının önce 387’ye, 1,5 yıl önce de 516’ya çıkarıldıktan sonra şimdi 300’e düşürülmek istenmesini nasıl izah edebiliriz ki? Bu süreçteki HSYK kanunu değişikliği, sulh ceza hâkimliklerinin ve ihtisaslaşma adı altındaki ağır ceza mahkemelerinin kurulması, siyasal iktidara yönelen ya da hoşlanmadığı soruşturma ve kovuşturmaları yürüten yargıç ve savcıların tamamının yer değiştirmesi vb. gelişmeleri saymıyorum bile.

CEMAATÇİLER DEĞİL, BİAT ETMEYEN TÜM YARGI ÜYELERİ TASFİYE EDİLİYOR

Ayrıntılarını tam olarak bilmediğimiz bu son yasal değişiklik hazırlıklarının gerekçesini nasıl açıklıyorlar?

Şimdiki değişikliklerin görünürdeki gerekçesi istinaf mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte Yargıtay ve Danıştay’ın artık içtihat mahkemeleri olacağı, iş yükünün hafifleyeceği, bu yüzden sayının azaltılacağı. Ancak herkesin aklına gelmesi istenilen arka plandaki gerekçe ise bu kurumlardaki Cemaatçi üyelerin tasfiye edildiği. Öyle mi? Değil. İkisi de tam doğruyu ifade etmiyor. Bu yasayla siyasi iktidara mutlak biat etmeyen tüm üyeler tasfiye edilecektir. Totaliter yönetimlerin klasik özelliği bu, önce kendisini ayakta tutan düşman yok edilir sonra tüm muhalifler. Çünkü bu rejimlerin karakteristiği tek tip toplum idealidir. Dolayısıyla bu yasa değişikliğinin yargıda reformla falan bir ilgisi yoktur. Reform adı altında getirilen tüm düzenlemelerin gerçekte yargıyı araçsallaştırıp bir intikam aracı haline getirmekten başka bir amacı bulunmamaktadır. Son değişiklik tasarısı da siyasal iktidarın dikensiz gül bahçesi yaratma ve tam anlamıyla majestelerinin yargısını oluşturma hedefindeki son engelin de aşılma hamlesidir. İktidar söz konusu yasa değişikliğiyle Yargıtay ve Danıştay’ı tamamen ‘boşaltacak’, ardından kendi vesayetinde olan HSYK aracılığı ile batıda court-packing (mahkeme doldurma planı) denilen yöntemle her iki Yüksek Mahkemeyi kendine uygun kişilerle ‘dolduracaktır’.

Bu tür uygulamaları biz daha önceki yıllarda da gördük değil mi?

Bu tür uygulamalar darbe dönemlerine mahsus uygulamalardır. Nitekim benzer bir süreç 1980 darbesinden sonra çıkarılan 2575 sayılı Yasa ile Danıştay’da yaşanmıştır. Bu yasada geçici bir madde ile Danıştay üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından Bölge İdare Mahkemesi başkanlıklarına atanabileceği öngörülmüştü. 21 Danıştay Daire Başkanı ve üyesi Bölge İdare Mahkemelerinde görevlendirildi. Bunlardan 16’sı aynı gün emeklilik dilekçesi verdi, emekliliği gelmeyen 5’i ise mecburen yeni görevlerine başladılar. Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan bir yasa olduğu için Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağı da yoktu. Yalnız darbe dönemindeki bu yasaya göre bile, gidenler Danıştay üyesi sıfatını taşıyorlardı ve tüm mali, sosyal ve özlük hakları korunuyordu. Şu ana kadar dışarıya sızan bilgilere baktığımızda bugünkü düzenleme darbecileri bile aratacak cinsten. Herhalde sivil darbe denilen olgu böyle bir şey olsa gerek.

ANAYASA KOYUCU YÜKSEK MAHKEMELERE POLİTİK MÜDAHALELERİ ENGELLEMEK İSTEMİŞTİR

Dediğiniz gibi yeni yasa taslağında Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayılarının yarıya yakın oranda azaltılacağı, üyelik süresinin 12 yılla da sınırlanacağı mevcut üyelerin ise yüksek yargı üyelikleri düşürülerek asli görevleri olan “hâkimlik” mesleğine döndürüleceği söyleniyor. Bu durum yüksek mahkeme üyelerinin teminatını ortadan kaldırmıyor mu? Anayasa’ya göre statü açısından kazanılmış hakkın alınması gibi bir durum yaratmayacak mı? Anayasaya aykırılık öne sürülemez mi

Değişikliklerin teknik hukuki boyutuna gelince; dünyada örneği olmayan şekilde bu kadar büyük temyiz ve içtihat mahkemelerinin olamayacağı aşikâr. Yargıçların göreve başlamadan önce bilinir olması kaydıyla belli bir süreyle atanabilmesi de mümkün. Ama yapılmak istenen değişikliğin arkasında hukuki bir saik bulunmadığından hukuki değerlendirme yapmak ta abesle iştigal. Neylersiniz ki biz hukukçuyuz ve hukuk devleti idealine olan bağlılığımız ve hukukun üstünlüğüne inancımızla, perde arkasını bilmekle birlikte olayları bir de hukuk penceresinden değerlendirmek durumundayız.

Anayasa’nın “Yargı” bölümünün sistematiğine baktığımızda anayasa koyucunun yüksek mahkemelere ilişkin sıkı kurallar getirerek, olağan kanunlar aracılığıyla bu yargı organlarına politik müdahaleleri engellemek istediği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 68. maddesinde siyasi partilere üye olamayacak kişiler ve 76. maddesinde milletvekili seçimlerinde aday olmak için görevlerinden çekilmesi gerekenler, “hakim ve savcılar, yüksek yargı mensupları …. ” olarak ifade edilmiştir. Dikkat edilirse hâkim ve savcılar dışında yüksek yargı mensupları ayrıca ve özellikle sayılmıştır. Dolayısıyla genel anlamda hakim ve savcı statüsüne sahip olan yüksek yargı organı mensuplarının bunun yanında ayrı ek bir statüye sahip oldukları görülmektedir. Bu bazılarının söylediği gibi yüksek yargıçlık statüsü değil, Yargıtay ve Danıştay üyeliği statüsü. Nitekim Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinde de anayasa koyucu, Yargıtay ve Danıştay’da görev yapan yargıçlar için “Yargıtay üyeliği” ve “Danıştay üyeliği” adı altında anayasal bir statü ihdas etmiş ve böylece bu statüyü anayasal güvenceye kavuşturmuştur. Bu çerçevede; Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinde Yargıtay ve Danıştay üyeliği için bu üyeliklere kimlerin hangi nitelikler aranarak seçileceği kural altına alınmış ve ardından da söz konusu üyelikler için herhangi bir süre sınırı koyulmamıştır. Dolayısıyla anayasa koyucu Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilecek kişilerin bu görevi yargı mensupları için zorunlu emeklilik sınırı olan 65 yaşının tamamlanmasına kadar sürdürmelerini öngörmüştür. Zira eğer anayasa koyucu söz konusu üyeliği belli bir zaman dilimi ile sınırlamak isteseydi bu yöndeki iradesini açıkça belirtirdi. Nitekim anayasa koyucu 147. maddede Anayasa Mahkemesi üyeleri için 12 yıl, 159. maddede HSYK üyeleri için 4 yıl, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde askerî hâkim sınıfından olmayan üyeler için 4 yıl, yine 154. maddenin üçüncü fıkrasında Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri ve daire başkanları, dördüncü fıkrasında ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili için 4 yıl gibi süre öngörerek bu statülerin belli bir zaman dilimi için geçerli olduğunu belirtmiştir. Bu noktada eğer anayasa koyucu Yargıtay ve Danıştay üyeliği statüsünü de belli bir zaman dilimi ile sınırlamak isteseydi tıpkı diğerlerinde olduğu gibi bu iradesini özellikle ve açıkça ifade ederdi. Ancak ilgili maddelerde bu yönde bir irade özellikle ve açıkça ifade edilmediğine göre anayasa koyucu Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin belli bir süre ile sınırlı olmaksızın zorunlu emeklilik yaşı olan 65 yaşın tamamlanmasına kadar ifa edileceğini kabul etmiştir. Aynı maddelerin son fıkralarında, üyelerin görev süresini kanunla düzenlenebilecek hususlar arasında da saymayarak bu konuda yasama organına herhangi bir takdir hakkı vermemiştir. Dolayısıyla bu düzenleme olağan bir yasayla değil ancak anayasa değişikliği ile yapılabilir.

Geçiş hükmü öngörülmeden süre sınırlaması getirilmesi, mevcut üyeler bakımından hem mahkemelerin bağımsızlığını hem yargıç güvencesini hem de hukuk güvenliğini ihlal etmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi üyeliği de 12 yılla sınırlandı ama bu değişiklik, yasa ile değil  anayasa ile yapıldı ve geçiş hükmü konularak anayasa yürürlüğe girdiğinde mevcut üyelerin süre sınırlaması olmaksızın 65 yaşına kadar görev yapacağı güvence altına alındı.

AİHM, aldığı kararlarla, yargının bağımsızlığı açısından bu durumu nasıl yorumluyor?

AİHM’e göre, bir mahkemenin bağımsızlığının ölçütlerinden biri de mahkeme üyeliklerine yapılan atamanın usulü ve atanan yargıçların görev süreleri dolmadan görevden alınamamalarıdır. Anayasa’ya göre emeklilik yaşına kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak görev yapabilecek yargıçların bu süreden önce kendi istekleri dışında görevden alınmaları tek başına bu mahkemelerin bağımsızlığını ve sistematik bir sorun olarak genel anlamda yargı bağımsızlığını ihlal eder. Bu durumda bu mahkemeler önünde davası olan her birey, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AYM ve sonrasında AİHM’e başvurabilir. Muhtemelen her başvuruda da devlet adil yargılanma hakkını ihlalden mahkûm olacaktır.

Ayrıca, geçici madde ile tüm üyelerin görevine son verilmesi, hem seçilerek elde ettikleri ve anayasal güvenceye kavuşturulmuş kazanılmış hakkın ihlali hem de göreve son verme gibi bireysel mahiyetteki bir işlemin yasa yoluyla yapılması sonucu yargısal denetim dışında bırakılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ve dolayısıyla hak arama özgürlüğünün ihlalidir. Nitekim Venedik Komisyonu Macaristan’da benzer bir olayda, belli kriterler yerine getirilerek kazanılan pozisyonun ilgililerin kazanılmış hakları ve tecrübesi yok sayılarak yasa ile ellerinden alınmasının kabul edilemez olduğunu belirtti. AİHM de, Baka/Macaristan kararında (B. No:20261/12) Macaristan Yüksek Mahkemesi Başkanı olan başvurucunun yasa ile görevden alınmasının Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye kavuşturulan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar verdi.

Anayasa Mahkememizin de bu doğrultuda verdiği kararlar var değil mi?

Anayasa Mahkemesi de, 2014’teki HSYK Kanunu değişikliği ile Kurul’da görev yapan tetkik hâkimlerinin görevlerine yasa ile son verilmesini hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği ve Anayasa ile HSYK’ya verilen atama yetkisine karşılık yasa ile göreve son verilmesinin 159. maddeyi işlevsiz hale getirdiği gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmuştu.

Yine Venedik Komisyonu daha iki ay önce Polonya’daki anayasal krize ilişkin hazırladığı görüşte, Anayasa Mahkemesi üyelerinin yasayla bile değil anayasa değişikliği ile topluca görevlerine son verilmesinin hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı gibi evrensel kabul görmüş standartlar açısından kabul edilemez olduğunu ifade etti.

Dolayısıyla yandaş medyaya sızdırılan metin doğruysa, her yönüyle Anayasa’ya ve evrensel standartlara aykırı bir metinle karşı karşıyayız demektir.

HER NE AD ALTINDA OLURSA OLSUN BİR YASAYLA ANAYASA HÜKMÜNÜ GEÇERSİZ HALE GETİREMEZSİNİZ…

Daha da önemli bir konu var. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tamamının üyeliği sona erdirilince YSK’dakilerin görevleri de sona ereceğinden YSK lağvedilmiş oluyor. Aynı durum Uyuşmazlık Mahkemesi için de geçerli. O mahkeme de kapanmış oluyor. Danıştay ve Yargıtay üyeliğinden HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmiş olanların durumu ne olacak dersiniz?

Güzel bir noktaya değindiniz. Yargıtay ve Danıştay kanunlarında üyelerle ilgili yapılacak bir değişiklik diğer mevzuatı ve kurumları da etkiliyor. Ani bir refleksle, üzerinde ciddi kafa yormadan, kamuoyunun tartışmasına fırsat vermeden, düzenleyici etki analizi yapmadan, kapalı kapılar ardında yasa yapmaya kalkarsanız birçok yan etkisi ortaya çıkabilir. Evet, örneğin HSYK’ya Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından üye seçiliyor. Yargıtay ya da Danıştay kontenjanından HSYK üyesi olan bir yargıcın Yargıtay ya da Danıştay üyeliği sona erdiği anda seçilme koşullarını yitirdiğinden dolayı HSYK üyeliğinin de sona ermesi gerekir. Ancak Anayasa, HSYK üyelerinin 4 yıl için seçileceğini öngörüyor. Her ne ad altında olursa olsun bir yasayla Anayasa hükmünü geçersiz hale getiremezsiniz. Öyleyse 4 yıl dolmadan ve Anayasa’da görevin sona ermesine ilişkin koşullar gerçekleşmeden yasayla bu görevi nasıl sonlandırabileceksiniz?

Diğer yandan biliyorsunuz, Danıştay üyelerinin dörtte biri Cumhurbaşkanı tarafından üst düzey kamu görevlileri arasından atanıyor. Bu üyelerin durumu ne olacak? Bırakın Danıştay üyeliği statüsünü yargıçlık statüsünü kaybedecekler. Bunu yargıçların azledilemeyeceğine yönelik anayasal ve evrensel ilkelerle nasıl bağdaştıracaksınız?

Yine Anayasa Mahkemesi üyeleri için 12 yıl dolduğunda, şu an açık bir hüküm yok ama yeniden eski görevlerine dönmeleri öngörülürse Yargıtay’dan gelen bir üye artık ilişiğinin kalmadığı Yargıtay’a nasıl dönecek? Ya da AYM üyeliği de düşecek mi? YSK ve Uyuşmazlık Mahkemesi için de aynı şekilde. Bu tartışmalar yargı içerisinde yeni bir kaos sarmalına yol açacaktır.

BİRİCİK KRİTER SADAKAT

Yasa taslağında, Yargıtay’ın 516 olan üye sayısı 300’e, Danıştay’ın ise, 196 olan üye sayısı 125’e düşürülecekmiş. Hangi kriterler göz önüne alınarak yüksek mahkemelere üye seçilecek, nasıl bir değerlendirme yapılacak?

Şimdiye kadar kimlik üzerinden “bizden mi, değil mi” değerlendirmesi yapılıyordu. Artık bundan sonra, periyodik çıktıları alınacak “karşıtlara yönelik performans puanı” üzerinden seçme ve sonrasında eleme yapılacak. Biricik kriter “sadakat.” Bunun dışında bir kriter yok, gerekçe yok, şeffaflık yok, yargısal denetim yok. Aralarındaki anlaşmaya göre ne kadar kontenjan tanınmışsa, o kadar ülkücü, sosyal demokrat ve muhafazakâr seçilecek. Seçilenler, her defasında, dilendirilen çocukların akşam hesap vermesine benzer bir sorgulamanın muhatabı olacaklardır. Artık seçildim sen yoluna ben yoluma şeklinde dostane bir ayrılık imkânı yok. Mahzene indiren asansör sistemi yüksek yargıya kuruluyor ve emin olun bir defalık kullanımı olmayacak. Toplu ve seri üretim kafileleri olarak 160’larla başlandı, sonra 144’ler geldi, şimdi de 300’ler olacak. Bu da çözüm olmayacak onlar için ve çok kısa sürede yeni kafilenin hazırlığına girişilecek. Seçilme beklentisi-tasfiye olmama kaygısı sarmalında herkes tükenecek.

YÜKSEK MAHKEME YARGIÇLARI AZLEDİLME BASKISI ALTINDA KARAR VERECEK

Bizi derinden yaralayan kumpas davalarından sonra yargıya güven azaldı. Sizin de değindiğiniz gibi ancak yasalarda yapılan değişiklikler de çok dikkatli olunması gerekiyor. ”Bu değişiklik işe yaramadı” gerekçesi nice insanın hayatını karartabiliyor. YARSAV olarak bu yasalarla ilgili sizlerin görüşünüze başvurulmadığını anlıyoruz. Bu anlattıklarınızı gözönüne alırsak, yasa taslağının aceleye getirilmemesi gerekir değil mi?

Az önce sürecin nasıl işlediğine değindim. Ülkemizde işleyen bir devlet cihazı olmadığı için her hangi bir kurum tarafından yapılan bir çalışmanın tüm ilgililerin bir araya getirilerek olgunlaştırılması gibi bir demokratik kültür sahibi değil siyasi irade. Burada önemli olan tek adam iktidarının defacto (fiili) durumunun dejure’a (hukuki) evrilmesi olduğundan her hangi bir yasa çalışması konusunda her hangi bir demokratik kitle örgütünün katkısının istenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Tekrar altını çizmekte yarar var, yargı reformu adı altındaki hiçbir düzenleme yargının daha etkin ve verimli işlemesi amacıyla yapılmadı. Tek adam iktidarına ulaşılması ve bunun yazılı metinler bağlamında temelinin atılması için gerekli görülen taktik manevralardı. Şu anda yüksek yargının şekillendirilmesinde de aynı mantık hâkim. Birkaç yıl önce yargının iş yükü denilerek yüksek mahkeme üyelerinin sayısı arttırılmıştı, amaç yüksek mahkemelerin el değiştirmesi idi. Şimdi de Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemeleri sistemi bahanesi ile yüksek mahkemelerin üye sayısı azaltılıyor, paralel yapıyla mücadele mazeretine sığınılarak yargıçlar azlediliyor bir yasayla. Bunun üyeler üzerindeki baskı etkisini düşünün. Hangi yüksek mahkeme yargıcı, hangi dairede azledilme baskısı olmadan özgürce karar verebilir. Şunu da eklemek lazım bir sonraki adımda iktidar, yargı BİM ve BAM sistemi ile allak bullak edildiğinde tekrar yargı reformu diyerek sisteme müdahale edebilecek. Yargıdaki kaosu sonlandırmayarak ne zaman isterse sisteme nüfuz imkânı kazanacak. Böylece ne öldürülen ne diriltilen hep can çekişme durumunda bırakılan yargı her zaman tek adam iktidarını mutlu eden (topçu kışlası ile ilgili karar gibi) kararlar verecek durumda tutulacak. Bu bir son değil sadece bir adım. Onurlular bıkıp usanıp yenilgi duygusu ile pes ederek bırakıp gittiğinde, yargı, dini referans alan yeni bir yargı sınıfına emanet edilecek. Hukuk devleti gidecek Fetva devleti yerini alacak.

İSTİNAF MAHKEMESİNİN YARGILAMA SÜRESİNİ UZATACAĞI VE YARGIYI YAVAŞLATACAĞI KESİN

20 Temmuz’da göreve başlayacak İstinaf Mahkemelerinin Yargıtay’ın iş yükünü azaltacağı söyleniyor. Ceza mahkemelerinde verilen ve kesin nitelikte olmayan kararlara karşı artık Yargıtay nezdinde temyiz yerine, istinaf mahkemesine gidilecek. Ama yargı mensuplarından itirazlar var: “İstinafların da, işe başlandıktan sonra yargıyı yavaşlattığı, hatta içtihat birliği açısından ciddi sorunlar doğurduğu anlaşılacak” deniliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

İstinaf yargılaması kural olarak yargılamanın kalitesini arttırır. Çünkü İstinaf, ilk derece mahkemesinin kesinleşmemiş kararlarını hem olaya uygunluk, hem de hukuka uygunluk bakımından daha yüksek bir derecede, bir defa daha incelenmesini mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla İstinaf mahkemesi, uyuşmazlığın hem maddi hem hukuki yönünü ele alır. Maddi yönünü ele alırken delillerle doğrudan temas eder ve gerektiğinde yeni delil toplar. Oysa getirilen sistemde delillerle doğrudan temas etme ve yeniden delil toplama çok istisnai ve sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Bu yüzden ülkemizde uygulamaya konulmak istenen yapı istinaf değildir. Kendine özgü, bir nevi genişletilmiş ve bölgeselleştirilmiş temyiz yargılamasıdır. İstinaf sistemine evet ama bizimki tam anlamıyla bir istinaf değil. Artık klasikleşmiş tabirle “Türk tipi istinaf” diyebiliriz. Adeta etken maddesini keyfi şekilde azaltarak yararsız hatta zararı daha fazla olan bir ilaç yaptık kendi kendimize.

İstinaf sisteminin yargılama süresini uzatacağı ve yargıyı yavaşlatacağı kesin. Yavaşlama yargılamanın kalitesini arttıracaksa katlanmak gerekebilir. Fakat gelen sistem bunu sağlayacak gibi görünmüyor. Diğer yandan yasada, halen Yargıtay’da bulunan dava dosyalarının ne olacağı hususunda hiç bir hüküm yoktur. Yargıtay’daki dava dosyalarının büyük bölümünün Bölge Adliye Mahkemelerine gönderilmesi durumunda, istinafların deyim yerinde ise, ‘ölü doğumu’ kaçınılmaz olacaktır.

Sadece Yargıtay’ın iş yükünü dağıtmayı hedefleyen, usul teminatlarını içermeyen düzenleme yargının içinde bulunduğu sorunları daha da ağırlaştıracaktır. Muhtemelen, bu mahkemelerin faaliyete geçmesi ile birlikte kapatılıp kapatılmayacağını tartışmaya başlayacağız.

İSTİNAF SİSTEMİNİN GETİRECEĞİ EN ÖNEMLİ SORUNLARDAN BİRİSİ TEMYİZ KONUSUDUR

Yasaya göre, ilk derece mahkemelerinde verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını onayan istinaf mahkemesi kararı kesin olacak. Bu kararlara karşı Yargıtay’a temyize gidilemeyecek. Bu durumda onlarca yazar, gazeteci Cumhurbaşkanı’na hakaretten ilk derece mahkemesinde ceza aldı. En son İstinaf mahkemesinde bulunan üç yargıcın kararıyla baş başa kalacak. Oysa Yargıtay’daki temyiz aşamasında olumsuz bir karar verilse de yine Genel Kurul’a gidiş olanağı vardı. Sanığın savunma hakkı bir şekilde kısıtlanmış olmuyor mu?

İstinaf sisteminin getireceği en önemli sorunlardan birisi temyiz konusudur.

Aslında getirilen sistemde yargılama sistemimiz üç dereceli olarak görünse de fiili durum iki dereceli olacak. Çünkü davaların büyük bir bölümü temyize gidemeden kesinleşecek. İstinafta kesinleşen kararların yüzde 70’in üzerinde olacağı öngörülüyor. İstinaf mahkemesinin verdiği kararlara karşı olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına bozma olanağı da yok. Zira kanun yararına bozma yoluna ilk derece mahkemesi kararına karşı gidilebiliyor. Dolayısıyla İstinaf mahkemelerinin yanlış ve farklı uygulamalarına karşı etkin bir mekanizma yok. İlk derece mahkemesinin önceki kararında direnme yetkisinin olmadığı da dikkate alındığında gerçek bir duruşma ve kovuşturma yapmadan verilen istinaf kararı tek belirleyici olacak.

Yerel mahkemenin verdiği beraat kararını, dinlediği bir tanığın beyanına dayanarak mahkûmiyete çeviren istinaf mahkemesi kararına karşı kanun yolu yok. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolu dışında bir yol kalmıyor.

Siyasi iktidarın kontrolü altındaki HSYK’nın istinaf yargıçları üzerindeki tasarruf yetkisi de düşünülünce yurttaşların hukuk güvenliği açısından daha güvencesiz bir sistem olduğu çok açık.

İKTİDAR İSTEDİĞİ DAVAYI ÖNE ALIYOR İSTEDİĞİNİ BEKLETİYOR

İstinaf mahkemelerine atanan yargıçların şu anda mevcut işlerine kimler bakacak? İlk derece mahkemelerinin işleri artmış olmayacak mı?

Adliyelerdeki kalan yargıçlar şimdiden bakmaya başladılar zaten. 20 Temmuz’da faaliyete geçecek olan istinaf mahkemeleri için Mart ayında atamalar yapıldı. Bundan sonra gideceği kesinleşen meslektaşlarımızın bir kısmı rapor ya da izin aldılar, bir kısmı duruşmalarını erteleyerek 20 Temmuz sonrasına vermeye başladılar, bazıları işlerini rutine aldı. Zaten Nisan sonu itibarıyla da başkanlar önceki görevlerinden ayrılışlarını yaptılar. Birçok adliyeden bize şikâyetler geliyor. Daha başlamadan diğer yargıçlara yeterince iş yükü bindirdi. İşler uzuyor, dosyalar birikiyor, yargıdaki kaos derinleşiyor. Ama zaten siyasal iktidarın yargının etkin ve verimli çalışması gibi bir derdi yok. HSYK üzerinden yargıya hakimiyeti ile istediği davalar için araya girip süreci hızlandırabiliyor, istediğini de mahkemelerin tozlu arşivlerinde bekletebiliyor.

Yargıç güvenliğinin sağlanması siyasetin gidişine göre yön değiştiriyor. Yargıya güven de bu nedenle azalıyor. yargı bağımsızlığı siyasetin, ekonominin Türkiye’nin güvenliğinde çok önemli. Ne yapılması lazım?

Sistem tamamıyla çökmüş durumda, mesleğe alınmadan eğitime, oradan mesleğe başladıktan sonra gerek yargı otoritesi (HSYK) gerek diğer erkler ile olan ilişkilerin hepsi sorunlu.

Öncelikle mesleğe alımlarda nesnelliğin hakim kılınması gerekiyor. Günümüzde şiddetle gereksinimini hissettiğimiz toplumun yargıya güveni, tüm dünyada olduğu gibi ancak kaliteli ve hakkaniyetli bir seçme sistemi ile sağlanabilir. Çünkü demokratik hukuk devletlerinde yargı erkinin başat değerleri olan yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, yalnızca yargıçların mesleğe kabullerinden sonraki süreç ile sınırlı değildir. Mesleğe giriş ve kabul yöntemleri de söz konusu bağımsızlığın ve güvencenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yüzden, mevcut sistem gözönüne alındığında keyfi, hiçbir objektif ölçüt içermeyen, yargısal denetime elverişsiz, bu yönüyle sürekli şaibe altında olan ve ıslahı da kabil görünmeyen mülakat sistemi kaldırılmalıdır. Yazılı sınavda gerekli hukuki ve genel kültür bilgisine sahip oldukları anlaşılan adayların, kamu görevlisi olmaya engel sağlık ya da suç kaydı gibi hususlar yoksa atanmaları gerçekleştirilmelidir. Tüm adayların mülakattan geçtiği, mülakatın tamamen Adalet Bakanlığı bürokratları tarafından yapılmak suretiyle siyasal etkiye açık gerçekleştirildiği ve aidiyetlerin belirleyici kriter olduğu bir yerde sadece mesleğe girerken bir çok siyasi figüre ya da cemaatlere, tarikatlara gebe kalmış yargıç adayları ortaya çıkar. Kaba tabiri ile torpil, nazik tabirle referansınız olmadan yargıç adayı olamıyorsanız zaten baştan bağımsızlık ve tarafsızlık ruhunuz örselenmiş olarak adaylığa başlıyorsunuz demektir. Mülakat sorunu çözülmediği sürece, yapılan sınavlar şaibeli olmaya devam edecek, bu durum, toplumun adalet duygularını ve yargıya güvenini daha da sarsacaktır.

İkinci olarak adaylık sürecinde Adalet Akademisinin rolü karşımıza çıkıyor. Stajın büyük kısmı burada geçiyor ve siyasi iktidarda kim varsa bu eğitim sürecini, adayları belli bir tornaya sokarak şekillendirmekte kullanıyor. Özellikle son dönemde tek tip yargıç yetiştirme modeli üzerine ciddi veriler mevcut.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nı işbirliği adına en yakın aktör olarak gören, birçok etkinliğinde söz sahibi kılan Adalet Akademisi, tam anlamıyla bir Akademi kimliğine kavuşturularak özgürleştirilmeli, eğitim evrensel standartlara uygun hukukla gerçekleştirilmelidir.

Staj bitimi HSYK’nın mesleğe kabulü konusu da ciddi sorunlu. Şu anda HSYK hiçbir sebep göstermeden mesleğe kabul yapmayabiliyor. Birçok aday bundan mağdur ve sebepleri dahi kendilerine söylenmiyor. Bu belirsizlik, kişilerin adaylık döneminde “makbul hâkim-savcı” olarak egemen iradeye uygun bir forma dönüştürülmesi için kullanılmaktadır. Çok çeşitli baskı araçları kullanılmakta ve sonuçta intiharlara varan mağduriyetler çıkmaktadır. Hukuki güvence adına HSYK’nın mesleğe kabul etmeme kararları da yargı denetimine açılmalıdır.

Mesleğe başladıktan sonra törpülenme devam ediyor. HSYK müfettişleri tarafından yapılan teftişlerde yargıç ve savcılar hizaya sokuluyor. Mahkeme başkanları, Başsavcılar eliyle genç özgür ruhlar kontrol altına alınıp örseleniyor. Sürekli düzene uyup meyvelerini yemek varken başkaldırının anlamsızlığı vurgulanıyor.

Böylece bütün meslek öncesi ve meslek hayatı boyunca örselenen, törpülenen insanlardan zamanı geldiğinde bağımsız, tarafsız bir duruş beklemek hayalden öteye geçmiyor.

Siyasal ya da dinsel örgütlere yakınlıklarla insanlar istedikleri tayini yaptırıyor, yurtdışına eğitime gidiyor ya da unvanlı görevler alıyor. Bu da yargıç ve savcılarda bir gruba ait olma gerekliliğini ortaya koyuyor.

Peki çözüm nedir?

Çözüm; HSYK’yı aslına uygun bir şekilde yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin teminatı olarak kurgulayın ve buna uygun görev yapmasını sağlayıcı mekanizmaları oluşturun, mülakatı kaldırın, adalet akademisini bağımsızlaştırın, mesleğe kabullerde HSYK keyfiliğinin önüne geçin, meslek içinde yetkin ve hukukçu kişiliği ön plana çıkan kimselerin terfi ve unvan almasını kolaylaştırın, yargıç ve savcıları törpüleyen, örseleyen süreçleri bertaraf edin. Böylece yargıçlardan bağımsız ve tarafsız duruş bekleyebilirsiniz ve toplumun yargıya güvenini tesis edebilirsiniz.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI NOKTASINDA TAM BİR KİLİTLENME VE KUTUPLAŞMA YAŞIYORUZ

Biraz da sizin Birliğinizden söz edelim: Avrupa İdari Yargıçlar Birliğinin Mayıs ayındaki Genel Kurulunda hepimizi gururlandıran bir karar alındı. YARSAV’ın 20 nci üyesi olarak kabulüne oy birliğiyle karar verildiğini öğrendik. Burada sizin şahsen çabalarınızın olduğunu da biliyoruz. Bu birliğin amacı nedir, bize nasıl bir katkısı olabilir?

Evet, Avrupa İdari Yargıçlar Birliği’nin 5 Mayıs 2016’da Litvanya’nın Vilnius kentinde gerçekleştirilen Genel Kurulu’nda, oybirliğiyle üye olarak kabul edildik. Avrupa İdari Yargıçlar Birliği; 2000 yılında kurulmuş, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerdeki idari yargıç birlikleri ya da bünyesinde idari yargıçların da yer aldığı yargı örgütlerinden oluşan uluslararası bir kuruluş. Tüzüğünde amaçları; Avrupa’da kamu otoritesinin şiddetine, hukuka aykırı idari işlemlere karşı bireylerin korunması ve böylece Avrupa’nın özgürlük ve adalet ile ilerlemesine yardım etmek, Avrupa’daki idari yargıçların idari mevzularda hukuki bilgisini genişletmek ve bu amaçla ilgili mevzuat ve içtihatlara ilişkin bilgi paylaşımı sağlamak ve Avrupa’daki idari yargıçların pozisyonlarını güçlendirmek ve ulusal ve Avrupa seviyesinde idari yargıçların profesyonel ilgilerini teşvik etmek olarak sayılıyor.

Şu anda ülkemizde yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerini yaşama geçirme noktasında tam bir kilitlenme ve kutuplaşma yaşıyoruz ve otoriter yönetimin yarattığı korku imparatorluğunda sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz. Bu tür uluslararası organizasyonlar içerisinde yer alarak evrensel düzlemde olumlu ya da olumsuz deneyimleri görme imkânı buluyoruz. Türkiye hakkında farkındalığın artırılması ve yargıya ilişkin evrensel ilkeler çerçevesinde sorunlarımıza ortak çözüm yollarının bulunması için çabalıyoruz. Bu konjonktürde, ülkemiz yargısının bugününe katkısı sınırlı gözükse de orta ve uzun vadede katkısının büyük olacağına inanıyoruz.

Yargının ne durumda olduğunu ve yargı bağımsızlığıyla yargıç güvenliği için nasıl bir gelecek tasarlandığını ayrıntılarıyla anlattınız, yetkililere hatırlatmalarda bulundunuz. . Aydınlandık teşekkür ederiz. Ancak arzulanan yeni Anayasa çalışmalarıyla ilgili beklentileri de bir başka söyleşimiz de sormak istiyoruz. Yeniden teşekkürler.

Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv. com

About armadmin 9321 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.